اَلسَّوْقُ [es-sevḵ] (sîn’in fethiyle) ve
اَلسِّيَاقَةُ [es-siyâḵat] (sîn’in kesriyle) ve
اَلْمَسَاقَةُ [el-mesâḵat] (mîm’in fethiyle) Dâbbeyi ardından sürmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَاقَ الْمَاشِيَةَ يَسُوقُ سَوْقًا وَسِيَاقَةً وَمَسَاقَةً ضِدُّ قَادَهَا Ve
سَوْقٌ [sevḵ] ve
سِيَاقٌ [siyâḵ] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Muhtazır cân vermeğe başlamak maʹnâsına müstaʹmeldir, gûyâ ki سَوْقٌ [sevḵ]-i rûh eder; yukâlu: سَاقَ الْمَرِيضُ سَوْقًا وَسِيَاقًا إِذَا شَرَعَ فِي نَزْعِ الرُّوحِ Ve
سَوْقٌ [sevḵ] Bir adamın inciğine ve baldırına vurmak yâ dokunmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَاقَ فُلاَنًا إِذَا أَصَابَ سَاقَهُ Ve hatuna mehrini göndermek maʹnâsına müstaʹmeledir; yukâlu: سَاقَ إِلَى الْمَرْأَةِ مَهْرَهَا إِذَا أَرْسَلَهُ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı