اَلسَّوَاءُ [es-sevâ΄] (sîn’in fethi ve elifin meddiyle) İsmdir, ʹadl ve dâd maʹnâsınadır. Kâle’ş-şârih ve minhu kavluhu taʹâlâ:﴿فَانْبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاءٍ﴾ أَيْ عَدْلٍ مِنَ الْحُكْمِ Ve vasat maʹnâsınadır; yukâlu: مَكَانٌ سَوَاءٌ أَيْ وَسَطٌ بَيْنَ الْحَدَّيْنِ Ve غَيْر [ġayr] maʹnâsınadır; yukâlu: جَاؤُوا سَوَاءَ فُلَانٍ أَيْ غَيْرَهُ Ve her tarafı berâber düz ve müstevî maʹnâsınadır; yukâlu: مَكَانٌ سَوَاءٌ أَيْ مُسْتَوٍ وَثَوْبٌ سَوَاءٌ أَيْ مُسْتَوٍ عَرْضُهُ وَطُولُهُ Şârih der ki سَوَاءٌ [sevâ΄] kelimesi fi’l-asl masdardır, baʹdehu vasf ve zarf olarak istiʹmâl olundu. Ve سَوَاءُ الْجَبَلِ [sevâ΄u’l-cebel] dağın zirvesine ıtlâk olunur; yukâlu: قَعَدَ فِي سَوَاءِ الْجَبَلِ أَيْ ذِرْوَتِهِ Ve سَوَاءُ النَّهَارِ [sevâ΄u’n-nehâr] gündüzün tamâm nısfı zamândan ʹibârettir; tekûlu: لَقِيتُهُ سَوَاءَ النَّهَارِ أَيْ مُنْتَصَفَهُ Ve bir mevziʹ adıdır. Yemen’de Ṡabr nâm dağın başında bir palanka adıdır. Ve Sevâ΄ b. el-Ḩârišamp; ve Sevâ΄ b. Ḣâlid sahâbîlerdir. Ve
سَوَاءٌ [sevâ΄] Misl ve mânend maʹnâsınadır; cemʹi أَسْوَاءٌ [esvâ΄] gelir ve سَوَاسِيَةٌ [sevâsiyet] ve سَوَاسِي [sevâsî] ve سَوَاسِوَةٌ [sevâsivet] gelir sîn-i ûlâların fethi ve sâniyelerin kesriyle. Şârih der ki bunlar nevâdirdendir. Ve baʹzılar bunların ism-i cemʹ olmalarına zâhib oldular. İntehâ. Ve gâh olur ki سَوَاءٌ [sevâ΄] kelimesi iki nesnenin vücûdunu iktizâ΄ ve taleb eder, beynlerinde إِسْتِوَاءٌ [istivâ΄] hâletini tahkîk ve beyân için; ve minhu yukâlu: سَوَاءٌ زَيْدٌ وَعَمْرٌو أَيْ ذُو سَوَاءٍ Burada سَوَاءٌ [sevâ΄] kelimesi ذُو سَوَاءٍ ile mü΄evvel olarak mukaddem haberdir, niteki عَدْلٌ زَيْدٌ وَعَمْرٌو derler, ذُو عَدْلٍ maʹnâsına. Ve bu iʹtibâr سَوَاءٌ [sevâ΄] ve عَدْلٌ [ʹadl] kelimelerinin masdariyyetlerine mebnîdir; zîra masdarın mâ-baʹdinde fâʹil-i merfûʹu zikr olunmaz, meger vech-i mezkûr üzere hazf ve izmâr ile mevsûfiyyet üzere cârî ola; ve tekûlu: مَرَرْتُ بِرَجُلٍ سَوَاءٍ وَالْعَدَمُKe-mâ se-yuzkeru.
السَّوْءُ [es-sev΄] (sîn’in fethiyle) ve
السَّوَاءُ [es-sevâ΄] (سَحَابٌ [seḩâb] vezninde) ve
السَّوَاءَةُ [es-sevâ΄et] (سَحَابَةٌ [seḩâbet] vezninde) ve
السَّوَايَةُ [es-sevâyet] (عَبَايَةٌ [ʹabâyet] vezninde ki hemze, yâ’ya mübeddeledir) ve
السَّوَائِيَةُ [es-sevâ΄iyet] (عَلاَنِيَةٌ [ʹalâniyet] vezninde) ve
الْمَسَاءَةُ [el-mesâ΄et] (mîm’in fethiyle) ve
الْمَسَائِيَةُ [el-mesâ΄iyet] (bunun aslı مَسَاوِئَةٌ [mesâviʹet] olmakla maklûbdur) ve
الْمَسَايَةُ [el-mesâyet] ve
الْمَسَاءُ [el-mesâ΄] ve
الْمَسَائِيَّةُ [el-mesâ΄iyyet] (teşdîd ile) Bir kimseye hoşlanmayıp münfaʹil ve gam-gîn olacak iş etmek maʹnâsınadır ki kemlik ve kötülük eylemek taʹbîr olunur; yukâlu: سَاءَهُ يَسُوءُهُ سَوْءًا وَسَوَاءً وَسَوَاءَةً وَسَوَايَةً وَسَوَائِيَةً وَمَسَاءَةً وَمَسَائِيَةً وَمَسَايَةً وَمَسَاءً وَمَسَائِيَّةً إِذَا فَعَلَ بِهِ مَا يَكْرَهُ
اَلسَّوَاءُ [es-sevâ΄] (sîn’in fethi ve elifin meddiyle) ʹAdâlet. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿فَانْبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاءٍ﴾ (الأنفال، 58) Ve
سَوَاءٌ [sevâ΄] Bir nesnenin ortasına dahi derler. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ﴾ (الصافات، 55) Ve
سَوَاءٌ [sevâ΄] غَيْر [ġayr] maʹnâsına dahi gelir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı