ʹaḵr ~ عَقْرٌ

Kamus-ı Muhit - عقر maddesi

اَلْعَقْرُ [el-ʹaḵr] (فَقْرٌ [faḵr] vezninde) Yaralamak maʹnâsınadır; yukâlu: عَقَرَهُ عَقْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا جَرَحَهُ Ve davarın ayağını sinirlemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَقَرَ الْفَرَسَ وَالْإِبِلَ إِذَا قَطَعَ قَوَائِمَهُ كَالْحَزِّ ve yukâlu: عَقَرَ النَّاقَةَ إِذَا حَصَدَ قَوَائِمَهَا بِالسَّيْفِ Ve hurmâ ağacının başını kesmek maʹnâsınadır ki başı kesildikte hayvân gibi nemâdan kalıp kurur, zîrâ beynisi başında olmakla berâber kesilmek hasebiyle mâdde-i hayâtı munkatıʹ olur; yukâlu: عَقَرَ النَّخْلَةَ إِذَا قَطَعَ رَأْسَهَا فَيَبِسَتْ Ve şikâr vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَقَرَ بِالصَّيْدِ إِذَا وَقَعَ بِهِ Ve davar çayır otlamak maʹnâsınadır; yukâlu: عَقَرَ الْحِمَارُ الْكَلَأَ إِذَا أَكَلَهُ Ve

عَقْرٌ [ʹaḵr] İki nesnenin küşâde olan aralığına denir, paçası arası gibi. Ve ʹArablara mahsûs ayaklı taʹâm tepsisinin ayaklarının aralığına denir. Kâle’ş-şârih kale’l-Ḣalîl: رَأَيْتُ أَعْرَابِيًّا وَضَعَ يَدَهُ عَلَى قَائِمَتَيِ الْمَائِدَةِ وَنَحْنُ نَتَغَدَّى فَقَالَ مَا بَيْنَهُمَا عَقْرٌ Ve

عَقْرٌ [ʹaḵr] Menzil ve me΄vâya denir. Ve köşke denir, قَصْرٌ [ḵaṡr] maʹnâsına; bunda ʹayn’ın zammıyla da câ΄izdir. ʹAlâ-kavlin harâbe ve müteheddim olan köşke denir. Ve sehâb-ı ebyaza yâhûd şol siyâh sehâba denir ki güneşin semtinden neş΄et edip güneşin cirmini ve etrâfını bürüyüp setr ve ihâta eyleye yâhûd havânın bir tarafında peydâ olmakla bir cânibe çekilip gerçi cirmi nazardan gâ΄ib lâkin raʹdı ıraktan mesmûʹ ola. Ve bülend ve mürtefiʹ binâya denir. Ve mutlakan ak nesneye denir. Ve

عَقْرٌ [ʹAḵr] Kûfe kurbünde bir mevziʹ adıdır. Ve Duceyl türâbında bir karye adıdır. Ve Duskûr nâhiyesinde bir karyedir; Ebu’d-Durr Lu΄lu΄ b. Ebi’l-Kerem b. Lu΄lu΄ oradandır. Ve Cebel-i Ḩimrîn dibinde bir karyedir. Ve kabîle-i Ḵays bilâdında bir arzın ismidir. Ve Becîle bilâdında bir mevziʹ adıdır. Ve Mavṡil kazâsında bir kalʹa adıdır; fukahâ΄ ve münâzırînden Muḩammed b. Faḋlûn el-ʹAdevî oradandır.

اَلْمِعْقَارُ [el-miʹḵâr] ve

اَلْمِعْقَرُ [el-miʹḵar] (مِنْبَرٌ [minber] vezninde) ve

اَلْمُعْقِرُ [el-muʹḵir] (مُحْسِنٌ [muḩsin] vezninde) ve

اَلْعُقَرَةُ [el-ʹuḵaret] (هُمَزَةٌ [humezet] vezninde) ke-mâ zukire ve

اَلْعُقَرُ [el-ʹuḵar] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) ve

اَلْعَاقُورُ [el-ʹâḵûr] Şol eyere ve semere denir ki dâbbenin sırtını yağır eder ola; yukâlu: سَرْجٌ مِعْقَارٌ وَمِعْقَرٌ وَمُعْقِرٌ وَعُقَرَةٌ وَعُقَرٌ وَعَاقُورٌ أَيْ غَيْرُ وَاقٍ بِعَقْرِ الظَّهْرِ Ve

عُقَرَةٌ [ʹuḵaret] (هُمَزَةٌ [humezet] vezninde) ve

عُقَرٌ [ʹuḵar] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) ve

مِعْقَرٌ [miʹḵar] (مِنْبَرٌ [minber] vezninde) Şol adama denir ki devenin üzerine pek varır olmakla sırtını yağır eder ola; yukâlu: رَجُلٌ عُقَرَةٌ وَعُقَرٌ وَمِعْقَرٌ إِذَا كَانَ يَعْقِرُ الْإِبِلَ مِنْ إِتْعَابِهِ لَهَا Ve

مُعْقِرٌ [muʹḵir] (مُحْسِنٌ [muḩsin] vezninde) ʹAkâr ve emlâki çok adama denir; yukâlu: رَجُلٌ مُعْقِرٌ أَيْ كَثِيرُ الْعَقَارِ

اَلْعُقْرُ [el-ʹuḵr] (ʹayn’ın zammıyla) Bir maslahat netîce vermez olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَقُرَ الْأَمْرُ عُقْرًا مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ إِذَا لَمْ يُنْتِجْ عَاقِبَةً Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Ferc-i magsûbun bedeli verilen diyete denir. Kâle’ş-şârih ve minhu hadîsu’ş-Şaʹbî: ḣلَيْسَ عَلَى زَانٍ عُقْرٌ وَهُوَ لِلْمُغْتَصَبَةِ مِنَ الْإِمَاءِ كَالْمَهْرِ لِلْحُرَّةِḢ Kâle İbnu’l-Ešamp;îr: اَلْعُقْرُ مَا تُعْطَاهُ الْمَرْأَةُ عَلَى وَطْءِ الشُّبْهَةِ وَأَصْلُهُ أَنَّ وَاطِئَ الْبِكْرِ يَعْقِرُهَا إِذَا افْتَضَّهَا فَسُمِّيَ مَا تُعْطَاهُ لِلْعَقْرِ عُقْرًا ثُمَّ صَارَ عَامًّا لَهَا وَلِلثَّيِّبِ Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Menkûhanın mehrine denir, صَدَاقٌ [ṡadâḵ] maʹnâsına. Ve mahalleye denir ki şehrlerde olur; bunda ʹayn’ın fethiyle de câ΄izdir. Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Havuzun gerisine denir ki deve suvata vardıkta orada durur, ʹalâ-kavlin havuzdan su içenin durduğu yere denir. Ve

عُقْرُ النَّارِ [ʹuḵru’n-nâr] Âteşin muʹzam ve cemʹiyyet-gâhına denir ki korları cemʹ olan yeridir; عُقُرُ النَّارِ [ʹuḵuru’n-nâr] dahi bu maʹnâyadır zammeteynle. Ve

عُقْرُ الدَّارِ [ʹuḵru’d-dâr] Asl u vasat-ı dâra ıtlâk olunur. دَارٌ [dâr]dan murâd, gerek sarây ve gerek şehr ve mahalle olsun; bunda fethle de lügattir. Kâle’ş-şârih ve bihi fussire hadîsu: ḣعُقْرُ دَارِ الْإِسْلاَمِ الشَّامُḢ أَي أَصْلُهُ كَأَنَّهُ أَشَارَ بِهِ إَلَى وَقْتِ الْفِتَنِ يَعْنِي يَكُونُ الشَّامُ يَوْمَئِذٍ آمِنًا مِنْهَا وَأَهْلُ الْإِسْلاَمِ بِهِ أَسْلَمُ Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Tuʹmeye denir. Ve çayırın güzîdesine denir. Ve ebyât-ı kasîdenin berceste ve ahsen olan beytine denir; yukâlu: مَا أَلْطَفَ عُقْرَ هَذِهِ الْقَصِيدَةِ وَهُوَ أَحْسَنُ أَبْيَاتِهَا Ve hatunun bikr olup olmadığını istibrâ eylemeye denir. Ve hurmâ ağacının lîflerini sıyırıp ve beynisini çekip çıkarmağa denir ki ondan sonra ağaç kurumağa yüz tutar. Ve

بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] Şol yumurtaya denir ki onunla bekâret ihtibâr ve tecribe olunur. ʹAlâ-kavlin tavuk kısmının ibtidâ doğurduğu yâhûd en sonra doğurduğu yumurtaya denir. Yâhûd horoz yumurtasıdır ki senede bir defʹa doğurur; keklik yumurtasından büyücek ve tûlânî olur. Ve

بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] Veled ve zürriyyeti olmayan ebter adama denir.

Vankulu Lugatı - عقر maddesi

اَلْعَقْرُ [el-ʹaḵr] (ʹayn’ın fethi ve ḵâf’ın sükûnuyla) Yaralamak, جَرْحٌ [cerḩ] maʹnâsına. Ve sinirlemeğe dahi derler; yukâlu: عَقَرَهُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا جَرَحَهُ أَوْ قَطَعَ عُرْقُوبَهُ Ve hurmâ ağacının başın hurmâ göbeğiyle bile kesmeğe dahi derler; tekûlu: عَقَرْتُ النَّخْلَ إِذَا قَطَعْتَ رَأْسَهُ مَعَ الْجُمَّارِ Ve جُمَّارٌ [cummâr] cîm’in zammı ve mîm’in teşdîdiyle hurmâ göbeğine derler. Ve

عَقْرٌ [ʹaḵr] Davarın arkasın yağır etmeğe dahi derler; tekûlu: عَقَرْتُ ظَهْرَ الْبَعِيرِ عَقْرًا إِذَا أَدْبَرْتَ وَعَقَرْتَ السَّرْجَ فَانْعَقَرَ Ve

عَقْرٌ [ʹaḵr] Habs etmeğe dahi derler; ve minhu kavluhum: عَقَرْتَ بِي أَيْ أَطَلْتَ حَبْسِي كَأَنَّكَ عَقَرْتَ بَعِيرِي فَلَا أَقْدِرُ عَلَى السَّيْرِ Ve

عَقْرٌ [ʹaḵr] Bir kişinin ayağı sağken havf ve dehşetten yürümeğe ve cenk etmeğe kâdir olmamak; tekûlu minhu: عَقِرْتُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ أَيْ دَهِشْتُ Ve minhu kavlu ʹÖmer radıyallâhu ʹanhu: “فَعَقِرْتُ حَتَّى خَرَرْتُ إِلَى الْأَرْضِ” Ve

عَقْرٌ [ʹaḵr] Kasra ve her binâ-i mürtefiʹa derler. Ve

عَقْرٌ [ʹAḵr] Bâbil vilâyetinde bir yerin adıdır ki Yezîd b. Muhelleb onda katl olundu. Ve

عَقْرٌ [ʹaḵr] Her nesnenin aslına da derler. Ve Aṡmaʹî eyitti: عَقْرُ دَارٍ [ʹaḵru dâr] dârın aslıdır ki o kavmin mahallesidir. Ve bir kimseye bed-duʹâ etmeli olsalar جَدْعًا لَهُ وَعَقْرًا وَحَلْقًا derler, yaʹnî Ḩak taʹâlâ onun burnun ve kulağın düşürsün ve cesedin yaralayıp ona boğaz ağrısın musallat etsin. Ve جَدْعٌ [cedʹ] cîm’le ve dâl ve ʹayn-ı mühmeteyn iledir. Ve

اَلْعَقِيرُ [el-ʹaḵîr] (ʹayn’ın fethi ve ḵâf’ın kesri ve meddiyle) Yaralı kimse.

اَلْعُقْرُ [el-ʹuḵr] (ʹayn’ın zammı ve ḵâf’ın sükûnuyla) ʹAvret ve sâ΄ir hayvân doğurmaz olmak; yukâlu: لَقِحَتِ النَّاقَةُ عَنْ عُقْرٍ Yaʹnî doğurmadan kaldıktan sonra hâmile oldu; ve yukâlu: عَقُرَتِ الْمَرْأَةُ يَعْقُرُ عُقْرًا مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ إِذَا صَارَتْ عَاقِرًا مِثْلُ حَسُنَتْ حُسْنًا Ebû Zeyd rivâyeti üzere. Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Kezâlik ʹavretin mehrine dahi derler, kaçan şübhe üzere vat΄ olunsa. Ve

بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] Kezâlik ʹArabların zuʹm ettiği üzere horoz yumurtasıdır, zîrâ horoz ʹömründe bir kerre yumurtlar. Ve onun yumurtası bir cins yumurtadır ki kiçirektir, uzunluğuna mâyildir. بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] dediklerine bâʹis budur ki bikrin bekâreti onunla tecribe olunur. Ve bundan me΄hûzdur ʹArabların “كَانَتْ بَيْضَةَ الْعُقْرِ” dedikleri şol inʹâm hakkında ki bir kerre vâkiʹ ola. Baʹzılar eyitti: بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] ʹArabların “بَيْضَةُ الْأَنُوقِ وَالْأَبْلَقُ الْعَقُوقُ” dedikleri gibidir ki bu mahâl mertebesinde olan nesnede istiʹmâl olunur. Ve أَنُوقٌ [enûḵ] hemzenin fethi ve nûn’un zammıyla kerkes dedikleri kuştur ki yüce dağlarda sarp yerlerde yumurtlamağın yumurtasına kimse zafer bulamaz. Ve أَبْلَقُ [eblaḵ] şol erkek attır ki levni ak ile siyâh karışık ola. Ve عَقُوقٌ [ʹaḵûk] ʹayn’ın fethi ve ḵâf’ın zammıyla hâmile demektir, erkek at hâmile olmak hod muhâldır. Ve

عُقْرُ النَّارِ [ʹuḵru’n-nâr] Âteşin orta yeri ve muʹzamı. Ve

عُقْرُ الْحَوْضِ [ʹuḵru’l-ḩavḋ] Havuzun mu΄ahhar olan yeridir ki deve suvada vardıkta onda karâr eder, عُقْرٌ [ʹuḵr] ve عُقُرٌ [ʹuḵur] derler ḵâf’ın sükûnu ve zammıyla,عُسْرٌ [ʹusr]le عُسُرٌ [ʹusur] gibi. Ve

عُقْرُ دَارٍ [ʹuḵru dâr] Duvarın aslına dahi derler, ehl-i Medîne lügati üzere.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı