ʹuḵru’n-nâr ~ عُقْرُ النَّارِ

Kamus-ı Muhit - عقر النار maddesi

اَلْعُقْرُ [el-ʹuḵr] (ʹayn’ın zammıyla) Bir maslahat netîce vermez olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَقُرَ الْأَمْرُ عُقْرًا مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ إِذَا لَمْ يُنْتِجْ عَاقِبَةً Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Ferc-i magsûbun bedeli verilen diyete denir. Kâle’ş-şârih ve minhu hadîsu’ş-Şaʹbî: ḣلَيْسَ عَلَى زَانٍ عُقْرٌ وَهُوَ لِلْمُغْتَصَبَةِ مِنَ الْإِمَاءِ كَالْمَهْرِ لِلْحُرَّةِḢ Kâle İbnu’l-Ešamp;îr: اَلْعُقْرُ مَا تُعْطَاهُ الْمَرْأَةُ عَلَى وَطْءِ الشُّبْهَةِ وَأَصْلُهُ أَنَّ وَاطِئَ الْبِكْرِ يَعْقِرُهَا إِذَا افْتَضَّهَا فَسُمِّيَ مَا تُعْطَاهُ لِلْعَقْرِ عُقْرًا ثُمَّ صَارَ عَامًّا لَهَا وَلِلثَّيِّبِ Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Menkûhanın mehrine denir, صَدَاقٌ [ṡadâḵ] maʹnâsına. Ve mahalleye denir ki şehrlerde olur; bunda ʹayn’ın fethiyle de câ΄izdir. Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Havuzun gerisine denir ki deve suvata vardıkta orada durur, ʹalâ-kavlin havuzdan su içenin durduğu yere denir. Ve

عُقْرُ النَّارِ [ʹuḵru’n-nâr] Âteşin muʹzam ve cemʹiyyet-gâhına denir ki korları cemʹ olan yeridir; عُقُرُ النَّارِ [ʹuḵuru’n-nâr] dahi bu maʹnâyadır zammeteynle. Ve

عُقْرُ الدَّارِ [ʹuḵru’d-dâr] Asl u vasat-ı dâra ıtlâk olunur. دَارٌ [dâr]dan murâd, gerek sarây ve gerek şehr ve mahalle olsun; bunda fethle de lügattir. Kâle’ş-şârih ve bihi fussire hadîsu: ḣعُقْرُ دَارِ الْإِسْلاَمِ الشَّامُḢ أَي أَصْلُهُ كَأَنَّهُ أَشَارَ بِهِ إَلَى وَقْتِ الْفِتَنِ يَعْنِي يَكُونُ الشَّامُ يَوْمَئِذٍ آمِنًا مِنْهَا وَأَهْلُ الْإِسْلاَمِ بِهِ أَسْلَمُ Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Tuʹmeye denir. Ve çayırın güzîdesine denir. Ve ebyât-ı kasîdenin berceste ve ahsen olan beytine denir; yukâlu: مَا أَلْطَفَ عُقْرَ هَذِهِ الْقَصِيدَةِ وَهُوَ أَحْسَنُ أَبْيَاتِهَا Ve hatunun bikr olup olmadığını istibrâ eylemeye denir. Ve hurmâ ağacının lîflerini sıyırıp ve beynisini çekip çıkarmağa denir ki ondan sonra ağaç kurumağa yüz tutar. Ve

بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] Şol yumurtaya denir ki onunla bekâret ihtibâr ve tecribe olunur. ʹAlâ-kavlin tavuk kısmının ibtidâ doğurduğu yâhûd en sonra doğurduğu yumurtaya denir. Yâhûd horoz yumurtasıdır ki senede bir defʹa doğurur; keklik yumurtasından büyücek ve tûlânî olur. Ve

بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] Veled ve zürriyyeti olmayan ebter adama denir.

Vankulu Lugatı - عقر النار maddesi

اَلْعُقْرُ [el-ʹuḵr] (ʹayn’ın zammı ve ḵâf’ın sükûnuyla) ʹAvret ve sâ΄ir hayvân doğurmaz olmak; yukâlu: لَقِحَتِ النَّاقَةُ عَنْ عُقْرٍ Yaʹnî doğurmadan kaldıktan sonra hâmile oldu; ve yukâlu: عَقُرَتِ الْمَرْأَةُ يَعْقُرُ عُقْرًا مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ إِذَا صَارَتْ عَاقِرًا مِثْلُ حَسُنَتْ حُسْنًا Ebû Zeyd rivâyeti üzere. Ve

عُقْرٌ [ʹuḵr] Kezâlik ʹavretin mehrine dahi derler, kaçan şübhe üzere vat΄ olunsa. Ve

بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] Kezâlik ʹArabların zuʹm ettiği üzere horoz yumurtasıdır, zîrâ horoz ʹömründe bir kerre yumurtlar. Ve onun yumurtası bir cins yumurtadır ki kiçirektir, uzunluğuna mâyildir. بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] dediklerine bâʹis budur ki bikrin bekâreti onunla tecribe olunur. Ve bundan me΄hûzdur ʹArabların “كَانَتْ بَيْضَةَ الْعُقْرِ” dedikleri şol inʹâm hakkında ki bir kerre vâkiʹ ola. Baʹzılar eyitti: بَيْضَةُ الْعُقْرِ [beyḋatu’l-ʹuḵr] ʹArabların “بَيْضَةُ الْأَنُوقِ وَالْأَبْلَقُ الْعَقُوقُ” dedikleri gibidir ki bu mahâl mertebesinde olan nesnede istiʹmâl olunur. Ve أَنُوقٌ [enûḵ] hemzenin fethi ve nûn’un zammıyla kerkes dedikleri kuştur ki yüce dağlarda sarp yerlerde yumurtlamağın yumurtasına kimse zafer bulamaz. Ve أَبْلَقُ [eblaḵ] şol erkek attır ki levni ak ile siyâh karışık ola. Ve عَقُوقٌ [ʹaḵûk] ʹayn’ın fethi ve ḵâf’ın zammıyla hâmile demektir, erkek at hâmile olmak hod muhâldır. Ve

عُقْرُ النَّارِ [ʹuḵru’n-nâr] Âteşin orta yeri ve muʹzamı. Ve

عُقْرُ الْحَوْضِ [ʹuḵru’l-ḩavḋ] Havuzun mu΄ahhar olan yeridir ki deve suvada vardıkta onda karâr eder, عُقْرٌ [ʹuḵr] ve عُقُرٌ [ʹuḵur] derler ḵâf’ın sükûnu ve zammıyla,عُسْرٌ [ʹusr]le عُسُرٌ [ʹusur] gibi. Ve

عُقْرُ دَارٍ [ʹuḵru dâr] Duvarın aslına dahi derler, ehl-i Medîne lügati üzere.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı