ḵaṯʹ ~ قَطْعٌ

Kamus-ı Muhit - قطع maddesi

اَلْقَطْعُ [el-ḵaṯʹ] (ḵâf’ın fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) ve

اَلْمَقْطَعُ [el-maḵṯaʹ] (مَقْعَدٌ [maḵʹad] vezninde) ve

اَلتِّقِطَّاعُ [et-tiḵiṯṯâʹ] (tâ’nın ve ḵâf’ın kesri ve ṯâ’nın teşdîdiyle) Kesmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَطَعَهُ قَطْعًا وَمَقْطَعًا وَتِقِطَّاعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا أَبَانَهُ Ve

قَطْعٌ [ḵaṯʹ] ve

قُطُوعٌ [ḵuṯûʹ] (رُجُوعٌ [rucûʹ] vezninde) Gemi ve kayık makûlesiyle suyu öte geçmek yâhûd yüzüp yıldırmakla geçmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَطَعَ النَّهْرَ قَطْعًا وَقُطُوعًا إِذَا عَبَرَهُ أَوْ شَقَّهُ Ve

قَطْعٌ [ḵaṯʹ] Kamçı ile yâhûd ağaç yarmasıyla vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَطَعَ فُلاَنًا إِذَا ضَرَبَهُ بِالْقَطِيعِ Ve bir adamı delîl ve burhânla ilzâm eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَطَعَهُ بِالْحُجَّةِ إِذَا بَكَّتَهُ Ve

قَطْعُ لِسَانٍ [ḵaṯʹu lisân] İhsân ile iskât eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَطَعَ لِسَانَهُ إِذَا أَسْكَتَهُ بِإِحْسَانِهِ إِلَيْهِ Ve

قَطْعُ رَحِمٍ [ḵaṯʹ-ı raḩim] Sıla-i rahimi terk ve ferâmûş eylemekten ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ رَحِمَهُ إِذَا هَجَرَهَا وَعَقَّهَا Ve

قَطْعٌ بِالْحَبْلِ [ḵaṯʹ bi’l-ḩabl] Kendi boğazına ip geçirip boğunmaktan ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ فُلاَنٌ بِالْحَبْلِ إِذَا اخْتَنَقَ Ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ﴾ أَيْ لِيَخْتَنِقْ Zîrâ kendi kendisini salb ve ihtinâk eden kimse tavana ipi bend edip bir ucunu gerdanına geçirmekle ayağı yerden kesilip boğulup helâk olur. Ve

قَطْعُ الْحَوْضِ [ḵaṯʹu’l-ḩavḋ] Havuzu nısfına kadar doldurduktan sonra suyunu kesmekten ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ الْحَوْضَ إِذَا مَلَأَهُ إِلَى نِصْفِهِ ثُمَّ قَطَعَ عَنْهُ الْمَاءَ Ve

قَطْعُ عُنُقِ الدَّابَّةِ [ḵaṯʹu ʹunuḵi’d-dâbbet] Davarını satmaktan ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ عُنُقَ دَابَّتِهِ إِذَا بَاعَهَا Ve

قَطْعُ الثَّوْبِ [ḵaṯʹu’šamp;-šamp;evb] Libâsın kesimi bedenin biçimine râst ve tamâm gelmekten ʹibârettir; tekûlu: قَطَعَنِي الثَّوْبُ أَيْ كَفَانِي لِتَقْطِيعِي

اَلْقَطَعُ [el-ḵaṯaʹ] (fethateynle) ve

اَلْقَطْعَةُ [el-ḵatʹat] (ḵâf’ın fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) ve

اَلْقُطْعُ [el-ḵuṯʹ] ve

اَلْقُطَاعُ [el-ḵuṯâʹ] (ḵâf’ların zammıyla) Bir ʹillet sebebiyle bir adamın eli kesilmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَطِعَتِ الْيَدُ قَطَعًا وَقَطْعَةً وَقُطْعًا وَقُطَاعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا انْقَطَعَتْ بِدَاءٍ عَرَضَ لَهُ Ve

قُطْعٌ [ḵuṯʹ] (ḵâf’ın zammıyla) Soluk kesilip har har solumağa denir; yukâlu: عَدَا عَدْوًا أَخَذَهُ الْقُطْعُ أَيِ الْبُهْرُ Ve أَقْطَعُ [aḵṯaʹ] kelimesinden ki eli kesilmiş adama denir, cemʹ olur, kezâlik قَطِيعٌ [ḵaṯîʹ] lafzından cemʹ olur. Ve

قُطْعٌ [ḵuṯʹ] (ḵâf’ın zammıyla ve kesriyle) Pek ıssı eyyâmda kuyuların suyu çekilip soğuşmağa ıtlâk olunur, قُطْعَةٌ [ḵuṯʹat] denir; yukâlu: أَصَابَهُمْ قُطْعٌ وَقُطْعَةٌ إِذَا انْقَطَعَ مَاءُ بِئْرِهِمْ فِي الْقَيْظِ

قِطْعٌ [ḵiṯʹ] مَقْطُوعٌ [maḵṯûʹ] maʹnâsına gelir ki kesilmiş biçilmiş sevbe vasf olur; cemʹi أَقْطَاعٌ [aḵṯâʹ]dır; yukâlu: ثَوْبٌ قِطْعٌ أَيْ مَقْطُوعٌ ve yukâlu: ثَوْبٌ أَقْطَاعٌ مِثْلَ ḣثَوْبٌ أَخْلاَقٌḢ

اَلْقِطْعُ [el-ḵiṯʹ] (ḵâf’ın kesriyle) Bu dahi ağaçtan kesilmiş dala ve çubuğa denir. Ve küçük ve yassıca temrene denir; cemʹi أَقْطُعٌ [aḵṯuʹ]dur, أَفْلُسٌ [eflus] gibi ve أَقْطَاعٌ [aḵṯâʹ]dır ve قِطَاعٌ [ḵiṯâʹ]dır ḵâf’ın kesriyle; yukâlu: رَمَاهُ بِقِطْعٍ أَيْ بِنَصْلٍ صَغِيرٍ عَرِيضٍ Ve gece âhirinde olan zulmete, ʹalâ-kavlin geceden bir bölüğe yâhûd gecenin evvelinden sülüsüne kadara denir; yukâlu: سَارُوا بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ وَهِيَ ظُلْمَةُ آخِرِ اللَّيْلِ أَوِ الْقِطْعَةُ مِنْهُ أَوْ مِنْ أَوَّلِهِ إِلَى ثُلُثِهِ Ve kötü ve kemter oka ıtlâk olunur. Ve döşemeye denir, بِسَاطٌ [bisâṯ] maʹnâsına; ʹalâ-kavlin yüz yastığına yâhûd râkibin altına yaydığı cecim ve kalîçe makûlesine denir ki devenin küreklerine kadar gelip üzerlerini örtüp bürür; cemʹi قُطُوعٌ [ḵuṯûʹ]dur ḵâf’ın zammıyla ve أَقْطَاعٌ [aḵṯâʹ]dır. Ve

Vankulu Lugatı - قطع maddesi

اَلْقَطْعُ [el-ḵaṯʹ] (ḵâf’ın fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) Kesmek; tekûlu: قَطَعْتُ الشَّيْءَ قَطْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ Ve

قَطْعٌ [ḵaṯʹ] Gâh olur sulb mahallinde dahi istiʹmâl olunur, maslûb hâlet-i salbda arzdan mürtefiʹ ve munkatıʹ olduğu için; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿ثُمَّ لْيَقْطَعْ﴾ (الحج 15) قَالُوا لِيَخْتَنِقْ لِأَنَّ الْمُخْتَنِقَ يَمُدُّ السَّبَبَ إِلَى السَّقْفِ ثُمَّ يَقْطَعُ نَفْسَهُ مِنَ الْأَرْضِ حَتَّى يَخْتَنِقَ Ve سَبَبٌ [sebeb] ipe derler. Ve إِخْتِنَاقٌ [iḣtinâḵ] boğulmağa derler; tekûlu minhu: قَطَعَ الرَّجُلُ

اَلْقُطْعُ [el-ḵuṯʹ] (ḵâf’ın zammı ve ṯâ’nın sükûnuyla) Kezâlik kuyunun vakt-i mezbûrda suyu çekilmeğe derler. Ve

قُطْعٌ [ḵuṯʹ] Nefesi tîz tîz almağa dahi derler gerek semizlikten olsun gerek gayrı nesneden olsun.

اَلْقِطْعُ [el-ḵiṯʹ] (ḵâf’ın kesri ve ṯâ’nın sükûnuyla) Gece âhirinde olan zulmet; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ﴾ (هود 81، الحجر 65) قَالَ الْأَخْفَشُ بِسَوَادٍ مِنَ اللَّيْلِ Ve

قِطْعٌ [ḵiṯʹ] Şol bir ibrişîm nihâleye derler ki deveye binen kimse altına döşedikte devenin ketiflerin örter. Ve

قِطْعٌ [ḵiṯʹ] Kezâlik şol ok temrenine derler ki enli ve kısa ola.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı