ḵaʹîd ~ قَعِيدٌ

Kamus-ı Muhit - قعيد maddesi

Ve bu beyne’l-ʹArab yemîndir ve قَعِيدَكَ lafzı mukadder أُقْسِمُ kelimesiyle mansûbdur. Ve ʹArabların قَعِيدَكَ اللهَ ve قِعْدَكَ اللهَ kavlleri ki ḵâf’ın fethi ve kesriyledir, bunlar kasem değildir, belki istiʹtâf ve istirhâmı mutazammındır, zîrâ cevâb-ı kasem ile mücâb değillerdir. Belki bunlar fiʹl mevkiʹinde vâkiʹ masdar-ı mansûblardır. ʹArabların عَمْرَكَ اللهَ kavlleri gibi ki عَمَرْتُكَ اللهَ menzilindedir ki “Ben senin için Allah’tan ʹömr-i tavîl niyâz ederim, Hak taʹâlâ sana uzun ʹömür ihsân eylesin” demektir. Bunun gibi قَعِيدَكَ اللهَ ve قِعْدَكَ اللهَ kavlleri قَعَّدتُكَ اللهَ takdîriyle سَأَلْتُ اللهَ أَنْ يَحْفَظَكَ sebkindedir. Ve bu maʹnâ Hak taʹâlânın ﴿عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ﴾ kavl-i şerîfinden me΄hûzdur ki orada قَعِيدٌ [ḵaʹîd] hâfız ve nigeh-bân maʹnâsınadır. Bu makâmda bu resme terceme eylediğimiz baʹzı nüshanın hâmişinde ve baʹzının derûnunda mersûmdur. Ve çend satr mürûrunda وَقَعْدَكَ اللهَ وَيُكْسَرُ وَقَعِيدَكَ اللهُ نَشَدْتُكَ اللهَ وَقِيلَ كَأَنَّهُ قَاعِدٌ مَعَكَ بِحِفْظِهِ عَلَيْكَ أَوْ مَعْنَاهُ بِصَاحِبِكَ الَّذِي هُوَ صَاحِبُ كُلِّ نَجْوَى ʹibâreti vâkiʹ olmakla kavl-i evvele muhâliftir. Zîrâ kavl-i sânîde dahi cevâb olmayıp ve mefhûmu kasemdir. Kaldı ki Esâs ve Muzhir ve sâ΄ir ümmehâttan istinbât olunduğu üzere cevâba mukârin olan yemîndir, niteki mü΄ellif dahi kavl-i evvelin istiʹtâf olduğunu ʹadem-i cevâb ile taʹlîl eylemiştir. Ve cevâbdan mücerred olan yemîn değildir, pes kavl-i sânîde elbette cevâb zikri lâzımdır. Zâhiren sehv yâhûd sakatât-ı nüsehtir. Ez-cümle Esâs’ta قِعْدَكَ اللهَ وَقَعِيدَكَ لاَ أَفْعَلُ Ve Muzhir’de لاَ آتِيكَ ʹibâretiyle mersûmdur. Pes maʹnâ “Hıfz ve savnı dâ΄imâ senin hem-demin yâhûd cemîʹ-i esrâr ki muttaliʹ-i hâzır u nâzırın olan zât-ı ecell ü aʹlâya sana yemîn veririm ki meselâ şunu etmedik mi” yâhûd “Sıfat-ı mezkûre ile muttasıf olan Bârî taʹâlâ hakkı için bu işi işlemem yâhûd sana gelmem” demek olur. Vech-i mezkûre üzere bunlar da fiʹl-i muzmer ile mansûblardır. Ve Ebû Saʹîd es-Sîrâfî demiştir ki kavl-i mezbûrun merciʹ ve mülahhası سَأَلْتُكَ بِقَعْدِ اللهِ أَيْ بِوَصْفِكَ إِيَّاهُ بِالثُّبُوتِ وَالدَّوامِ فَتَأْخُذُ قَعْدًا وَقَعِيدًا sebkindedir ki kâʹide-i binâdan me΄hûzdur. Ve

قَعِيدٌ [ḵaʹîd] مُقَاعِدُ [muḵâʹid] maʹnâsınadır ki bir adamın celîs ve hem-demi olan kimsedir, ehadühümâ âherin قَعِيدٌ [ḵaʹîd]idir. Ve

قَعِيدٌ [ḵaʹîd] Hâfız ve nigeh-bân maʹnâsına müstaʹmeldir. Ve bunun müfred ve cemʹi ve müzekker ve mü΄ennesi berâberdir. Ve şol sayda denir ki sayyâdın ense tarafından zuhûr eyleye; نَطِيحٌ [naṯîḩ] mukâbilidir.

Vankulu Lugatı - قعيد maddesi

اَلْقَعِيدُ [el-ḵaʹîd] (ḵâf’ın fethi ve ʹayn’ın kesriyle) Hemdem, مُقَاعِدٌ [muḵâʹid] maʹnâsına. Ve Bârî taʹâlânın ﴿عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ﴾ (ق 17) dediği kavli قَعِيدَانِ maʹnâsınadır, zîrâ فَعِيل [faʹîl] ve فَعُولٌ [faʹûl]da vâhid ve tesniye ve cemʹ berâber olur; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ﴾ (الشعراء 16) ve kavlihi taʹâlâ: ﴿وَالْمَلٰئِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ﴾ (التحريم 4) Ve

قَعِيدٌ [ḵaʹîd] Şol çekirgedir ki onun kanadı henüz berâber olmuştur. Ve

قَعِيدٌ [ḵaʹîd] Şol sayda derler ki sayyâdın ardından gele, نَطِيحٌ [neṯîḩ]in mukâbilidir. Ve نَطِيحٌ [neṯîḩ nûn’un fethiyle ve ṯâ-i mühmelenin kesriyledir. Ve “قَعِيدَكَ لَا آتِيكَ” ve قَعِيدَكَ اللهِ لَا آتِيكَ derler, bunlar ʹArab beyninde yemîn olduğuna binâ΄en bunların ikisi dahi masdarlardır, fiʹl-i mukadder ile mansûben istiʹmâl olunmuşlardır ve maʹnâ: بِصَاحِبِكَ الَّذِي هُوَ صَاحِبُ كُلِّ نَجْوَى demektir, yaʹnî “Senin hemdemin hakkı ki cemîʹ-i esrâra vâkıftır” ki murâd Hak taʹâlâdır, nitekim نَشَدْتُكَ اللهَ derler, سَأَلْتُكَ بِاللهِ maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı