es-sefer ~ اَلسَّفَرُ

Kamus-ı Muhit - السفر maddesi

اَلسَّفَرُ [es-sefer] (fethateynle) Katʹ-ı mesâfe maʹnâsınadır ki ismdir. Cemʹi أَسْفَارٌ [esfâr]dır. Şârih der ki fi’l-asl سَفَرٌ [sefer] masdardır, bir semte irtihâl için mekânından hurûc eylemek maʹnâsına; yukâlu: سَفِرَ الرَّجُلُ سَفَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا خَرَجَ لِلْإِرْتِحَالِ Baʹdehu katʹ-ı mesâfe maʹnâsına ism olarak istiʹmâl olundu, mekânından münkeşif olması ʹalâka iʹtibâr olunmuştur. Ve

سَفَرٌ [sefer] Güneş gurûb eyledikten sonra henüz bakiyye kalan beyâz-ı nehâr eserine denir; tekûlu: خَرَجْنَا فِي سَفَرٍ أَيْ بَقِيَّةِ بَيَاضِ النَّهَارِ بَعْدَ مَغِيبِ الشَّمْسِ Ve

سَفَرٌ [sefer] Bir mevziʹ ve Ḩarrân kazâsında bir karye adıdır.

اَلسِّفْرُ [es-sifr] (sîn’in kesriyle) Kitâb-ı kebîre denir. ʹAlâ-kavlin Tevrât-ı şerîf eczâsından bir cüz΄e denir. Mü΄ellifin ʹâdeti bir mâdde mukayyed olmayarak resm olunursa elbette evveli meftûh olur. Burada غَالِبًا بِالْكَسْرِ kaydı nâsihten sâkıttır. Ve Baṡâ΄ir’de yalnız kitâba hasr edip hakâyık ve işkâlâtı isfâr ve beyân eylediği bâʹis-i tesmiye olmak üzere resm eylemiştir. Cemʹi أَسْفَارٌ [esfâr] gelir. Ve Tevrât cüz΄üne ıtlâk edenler işbu: ﴿مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا﴾ âyet-i kerimesine binâ΄en ıtlâk eylediler.

اَلسَّفْرُ [es-sefr] (sîn’in fethi ve fâ’nın sükûnuyla) Süpürmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَفَرَ الْبَيْتَ سَفْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا كَنَسَهُ Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre سَفْرٌ [sefr] mâddesi bir nesneden gıtâ΄ ve sitâreyi keşf eylemek maʹnâsına mevzûʹdur ve aʹyâna mahsûstur, سَفَرَ الْعِمَامَةَ عَنِ الرَّأْسِ ve سَفَرَ الْخِمَارَ عَنِ الْوَجْهِ gibi. Ve إِسْفَارٌ [isfâr] ki ifʹâl bâbındandır, levne muhtasstır ve maʹânî-i sâ΄ire birer münâsebetle onlardan müteferriʹdir. İntehâ. Ve

سَفْرٌ [Sefr] Esâmî-i ricâldendir. Fi’l-asl سَافِرٌ [sâfir] maʹnâsına olup baʹdehu ʹalem istiʹmâl eylediler. Ve esâmîde fâ’nın sükûnu ve künyelerde fethiyle olmak mültezimdir ki künyelerde ʹalem olmamış olur. Sefr bin Nuseyr tâbiʹîndendir. Ve

سَفْرٌ [Sefr] Ebu’l-Feyḋ ile meknî Yûsuf nâm muhaddisin pederi ismidir. Ve

سَفْرٌ [sefr] Kezâlik masdar olur, bir nesneyi bir şey΄in yüzünden sıyırıp yâhûd kaldırıp açmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَفَرَتِ الرِّيحُ الْغَيْمَ عَنْ وَجْهِ السَّمَاءِ إِذَا كَشَطَتْهُ Ve dağıtmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: سَفَرَ الشَّيْءَ إِذَا فَرَّقَهُ Ve

سَفْرٌ [sefr] Eser ve nişâna ıtlâk olunur; sefr ve izâle olunan nesneden kaldığı için. Cemʹi سُفُورٌ [sufûr] gelir. Ve

سَفْرٌ [sefr] سَافِرٌ [sâfir] maʹnâsına olur ki tesmiye bi’l-masdardır, yola giden adama denir; yukâlu. رَجُلٌ سَفْرٌ أَيْ سَافِرٌ Şârih der ki bu maʹnâdân fiʹl tasrîfi mehcûrdur, masdarı ism olarak istiʹmâl olundu, niteki mü΄ellif dahi zikr eylemiştir. İntehâ. Ve

سَفْرٌ [sefr] سَافِرٌ [sâfir] lafzından cemʹ olur, sefere giden kişiler denir ve bu صَحْبٌ [ṡaḩb] ve صَاحِبٌ [ṡâḩib] gibidir; yukâlu: قَوْمٌ سَفْرٌ أَيْ ذَوُو سَفَرٍ ve yukâlu: قَوْمٌ سَافِرَةٌ وَأَسْفَارٌ وَسُفَّارٌ وَرَجُلٌ سَافِرٌ Pes أَسْفَارٌ [esfâr] ve سُفَّارٌ [suffâr] سَافِرٌ [sâfir]in cemʹleridir ve سَافِرَةٌ [sâfiret] cemâʹat iʹtibârıyladır. Ve

سَفْرٌ [sefr] سَفَارَةٌ [sefâret] maʹnâsınadır ki nâs beynini ıslâh eylemektir, ke-mâ se-yuzkeru.

سَفْرٌ [sefr] Devenin burnuna burundalık geçirmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَفَرَ أَنْفَ الْبَعِيرِ سَفْرًا إِذَا جَعَلَ لَهُ سِفَارًا Ve sabâh yeri açılıp ağarmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَفَرَ الصُّبْحُ إِذَا أَضَاءَ وَأَشْرَقَ Ve cenk ve kıtâlin şiddeti bertaraf olup yavaşlanmağa yüz tutmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: سَفَرَتِ الْحَرْبُ إِذَا وَلَّتْ Ve hatun çehresini açmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَفَرَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا كَشَفَتْ عَنْ وَجْهِهَا يَعْنِي الْخِمَارَ Ve bir nesnenin güzîdesini ayırtlayıp satmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: سَفَرَ الْغَنَمَ إِذَا بَاعَ خِيَارَهَا Ve

Vankulu Lugatı - السفر maddesi

اَلسَّفَرُ [es-sefer] (fethateynle) Mesâfe katʹ etmeğe derler.

اَلسُّفْرُ [es-sufr] (sîn’in zammıyla) Cemʹi; tekûlu: سَفَرْتُ الْبَعِيرَ أَيْ جَعَلْتُ السِّفَارَ عَلَى أَنْفِهِ Ve

مُسَافَرَةٌ [musâferet] مَزَايَلَةٌ [muzâyelet] maʹnâsına da gelir; yukâlu: اَلرِّيَاحُ يُسَافِرُ بَعْضُهَا بَعْضًا Yaʹnî riyâhın baʹzı baʹzın izâle kılar ve baʹzı ibkâ eder, zîrâ sabâ yeli debûrun çözgüsin izâle eder ve cenûb yeli lahmelendirip ibkâ eder, mezbûrların birbirine nisbeti arış ve arkaç nisbeti gibi olduğu için.

اَلسِّفْرُ [es-sifr] (sîn’in kesri ve fâ’nın sükûnuyla) Kitâb maʹnâsınadır.

اَلسَّفْرُ [es-sefr] (sîn’in fethi ve fâ’nın sükûnuyla) Yazı yazmak; yukâlu: سَفَرْتُ الْكِتَابَ أَسْفِرُهُ سَفْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve yüz açmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: سَفَرَتِ الْمَرْأَةُ تَسْفِرُ أَيْ كَشَفَتْ عَنْ وَجْهِهَا

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı