اَلزَّأْمَةُ [ez-ze΄met] (تَمْرَةٌ [temret] vezninde) Savt-ı şedîd maʹnâsınadır; tekûlu: سَمِعْتُ زَأْمَةً أَيْ صَوْتًا شَدِيدًا Ve hâcet ve mühimme maʹnâsınadır. Ve şiddetle yemeğe ve içmeye denir; yukâlu: أَعْجَبَتْنِي زَأْمَتُهُ أَيْ شِدَّةُ أَكْلِهِ وَشُرْبِهِ Ve yele denir, رِيحٌ [rîḩ] maʹnâsına. Ve kifâyet mikdârı zâd ve zahîreye denir; yukâlu: لَهُ زَأْمَةٌ أَيْ مَا يَكْفِي مِنَ الطَّعَامِ أَيِ الذَّخِيرَةِ Ve kelime maʹnâsınadır; tekûlu: مَا كَلَّمَنِي بِزَأْمَةٍ أَيْ بِكَلِمَةٍ ve yukâlu: مَا يَعْصِيهِ زَأْمَةً أَيْ كَلِمَةً Yaʹnî “Onun bir sözüne muhâlefet eylemez.”
اَلزَّأْمَةُ [ez-ze΄met] (zâ’nın fethi ve hemzenin sükûnuyla) Katı çağırmak, savt-ı şedîd maʹnâsına. Ve
زَأْمَةٌ [ze΄met] Ziyâde ekl edip şürb etmeğe dahi derler; ve yukâlu: زَئِمَ بِهِ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَاحَ بِهِ Yaʹnî haykırsa; ve yukâlu: زُئِمَ عَلَى الْبِنَاءِ لِلْمَجْهُولِ إِذَا ذُعِرَ Yaʹnî korkutulsa. Ve
زَأْمَةٌ [ze΄met] Bir söz söylemeğe dahi derler ki onun hakkı mıdır nâ-hakk mıdır keyfiyyet-i hâlin bilmeyesin; yukâlu: زَأَمَ لِي فُلَانٌ زَأْمَةً مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ أَيْ طَرَحَ لِي كَلِمَةً لَا أَدْرِي أَحَقٌّ هِيَ أَمْ بَاطِلٌ Ve mutlakan bir kelime maʹnâsına da gelir; yukâlu: مَا يَعْصِيهِ زَأْمَةً أَيْ كَلِمَةً وَيُقَالُ زَأَمَ إِذَا مَاتَ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı