er-reym ~ اَلرَّيْمُ

Kamus-ı Muhit - الريم maddesi

اَلرَّيْمُ [er-reym] (râ’nın fethiyle) Artık, fazl ve ziyâde maʹnâsınadır; yukâlu: لَهُ عَلَى هَذَا رَيْمٌ أَيْ فَضْلٌ Ve ʹilâve maʹnâsınadır ki yükü dâbbeye çattıktan sonra iki denk aralığına vazʹ olunan bir mikdârca fazlaya denir, Türkîde serbâr-ı Fârisî muharrefi zelber taʹbîr olunur; yukâlu: اَلرَّيْمُ أَثْقَلُ عَلَى الدَّوَابِّ مِنَ الْحَمْلِ أَيِ الْعِلَاوَةُ Ve hurde dağlara denir. Ve kabr ve mezâra denir, ʹalâ-kavlin kabrin vasatına denir. Ve bir nesneden ıraklaşmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَامَهُ يَرِيمُهُ رَيْمًا إِذَا تَبَاعَدَ عَنْهُ Ve

رَيْمٌ [reym] Hâlis ak olan âhûya denir, niteki mehmûzen رَأْمٌ [re΄m] dahi denir. Ve gündüzün karanlık kavuşunca kadar âhir vaktine denir; yukâlu: قَدْ بَقِيَ رَيْمٌ مِنَ النَّهَارِ وَهُوَ آخِرُهُ إِلَى اخْتِلَافِ الظُّلْمَةِ Ve

رَيْمٌ [reym] ve

رَيَمَانٌ [reyemân] (fetehâtla) Yara onulmakla ağzı kavuşup bitişmek maʹnâsınadır; yukâlu: رَامَ الْجُرْحُ يَرِيمُ رَيْمًا وَرَيَمَانًا إِذَا انْضَمَّ فَمُهُ لِلْبُرْءِ Ve

رَيْمٌ [reym] Devenin sırtında olan yükü bir tarafa doğru ağmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَامَ حِمْلُ الْبَعِيرِ إِذَا مَالَ Ve deveyi boğazlayıp üleştirdikten sonra bâkî kalan hisseye denir, ʹalâ-kavlin fazla kalan kemiğine denir ki boğazlayan kassâba verilir. Ve sâʹat-i tavîle maʹnâsınadır; yukâlu: مَضَى مِنَ اللَّيْلِ أَوِ النَّهَارِ رَيْمٌ أَيْ سَاعَةٌ طَوِيلَةٌ Ve pâye ve derece maʹnâsınadır; yukâlu: لَهُ رَيْمٌ رَفِيعٌ أَيْ دَرَجَةٌ Ve ayrılmak, بَرَاحٌ [berâḩ] ve زَوَالٌ [zevâl] maʹnâsınadır; tekûlu: مَا رِمْتُ أَفْعَلُ أَيْ مَا بَرِحْتُ وَتَقُولُ مَا رِمْتُ الْمَكَانَ وَمَا رِمْتُ مِنْهُ أَيْ مَا بَرِحْتُ Şârih der ki İbn Mâlik’in ʹindinde مَا رَامَ efʹâl-i nâkısadandır, كَانَ ve مَا دَامَ kelimelerinin ehavâtındandır, مَا بَرِحَ ve مَا زَالَ maʹnâsınadır, onlar gibi nefye mahsûstur. İntehâ. Ve katʹ ve iftirâk maʹnâsınadır; yukâlu: رِيمَ بِهِ إِذَا قُطِعَ

Vankulu Lugatı - الريم maddesi

اَلرَّيْمُ [er-reym] (râ’nın fethi ve yâ’nın sükûnuyla) Bir nesneden ayrılıp ırak olmak; yukâlu: رَامَهُ يَرِيمُهُ رَيْمًا إِذَا بَرِحَهُ يُقَالُ لَا تَرِمْهُ أَيْ لَا تَبْرَحْهُ وَيُقَالُ رِمْتُ فُلَانًا وَرِمْتُ مِنْ عِنْدِ فُلَانٍ إِذَا بَرِئْتَ مِنْ مُقَارَنَتِهِ وَفَرِقْتَ مِنْهُ Ve

رَيْمٌ [reym] Şol kemiğe derler ki deveyi boğazlayıp üleştirdikten sonra bâkî kalır. Ve

رَيْمٌ [reym] Kabre dahi derler, İbnu’l-Aʹrâbî rivâyeti üzere, mezâr maʹnâsına. Ve

رَيْمٌ [reym] Dereceye dahi derler, ehl-i Yemen lügatinde, Ebû ʹAmr rivâyeti üzere. Ve

رَيْمٌ [reym] Ziyâdeye ve fazla dahi derler; yukâlu: لِهَذَا عَلَى هَذَا رَيْمٌ أَيْ فَضْلٌ Ve

رَيْمٌ [reym] Gündüzden uzun sâʹate dahi derler; yukâlu: قَدْ بَقِيَ رَيْمٌ مِنَ النَّهَارِ وَهِيَ السَّاعَةُ الطَّوِيلَةُ وَيُقَالُ رِيمَ بِالرَّجُلِ إِذَا قُطِعَ بِهِ Yaʹnî bir ʹuzvu katʹ olunsa.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı