es-senn ~ اَلسَّنُّ

Kamus-ı Muhit - السن maddesi

اَلسَّنُّ [es-senn] (sîn’in fethiyle) Bıçak makûlesini bileği taşına sürüp bilemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ السِّكِّينَ سَنًّا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا أَحَدَّهُ وَصَقَلَهُ Ve mızrağa temren geçirmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الرُّمْحَ إِذَا رَكَّبَ فِيهِ سِنَانَهُ Ve dişe misvâk sürmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الْأَضْرَاسَ إِذَا سَوَّكَهَا Ve sürʹatle davar sürmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الْإِبِلَ إِذَا سَاقَهَا سَرِيعًا Ve bir işi îzâh ve beyân eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الْأَمْرَ إِذَا بَيَّنَهُ Ve çamurdan saksı düzmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الطِّينَ إِذَا عَمِلَهُ فَخَّارًا Ve mızrak temreniyle bir kimseye dürtmek ʹalâ-kavlin dişleriyle ısırmak yâhûd birinin dişlerini kırmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ فُلَانًا إِذَا طَعَنَهُ بِالسِّنَانِ أَوْ عَضَّهُ بِالْأَسْنَانِ أَوْ كَسَرَ أَسْنَانَهُ Ve bir şahsı yüzü üzere kapayıp yıkmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الْفَحْلُ النَّاقَةَ إِذَا كَبَّهَا عَلَى وَجْهِهَا Ve davarı otlağa salıvermek ʹalâ-kavlin davarı gereği gibi görüp gözetip riʹâyet ve tîmârına ihtimâmla gövdesini mührelenmiş nesne gibi mücellâ ve hemvâr kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الْمَالَ إِذَا أَرْسَلَهُ فِي الْمَرْعَى أَوْ أَحْسَنَ الْقِيَامَ عَلَيْهَا حَتَّى كَأَنَّهُ صَقَلَهَا Ve tasvîr eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الشَّيْءَ إِذَا صَوَّرَهُ Ve zırh giyip eteklerini aşağı salıvermek maʹnâsınadır yâhûd kendi üzerine su dökmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ عَلَيْهِ الدِّرْعَ أَوِ الْمَاءَ إِذَا صَبَّهُ Ve bir yola sülûk eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَنَّ الطَّرِيقَةَ إِذَا سَارَهَا Ve arzın bi’l-cümle otları otlanmak maʹnâsınadır ki yerleri diş diş olur; yukâlu: سُنَّتِ الْأَرْضُ عَلَى الْمَجْهُولِ إِذَا صَارَتْ سَنِينًا

اَلسِّنُّ [es-sinn] (sîn’in kesri ve nûn’un teşdîdiyle) Dişe denir ضِرْسٌ [ḋirs] maʹnâsına; cemʹi أَسْنَانٌ [esnân] ve أَسِنَّةٌ [esinnet] gelir ve أُسُنٌّ [usun] gelir zammeteynle. Şârih der ki سِنٌّ [sinn] ile ضِرْسٌ [ḋirs] müterâdiftir. Ve ضِرْسٌ [ḋirs]i azı dişinde istiʹmâl ʹörfîdir. Ve سِنٌّ [sinn] lafzı mü΄ennestir, musaggarı سُنَيْنَةٌ [suneynet]tir. Ve

سِنٌّ [sinn] Yaban öküzüne denir. Ve Medîne’de bir cebel adıdır. Ve Reyy şehrinde bir mevziʹ adıdır. Ve nehr-i Dicle üzere bir beldedir; fukahâdan ʹAbdullâh b. ʹAlî es-Sinnî oradandır. Ve Rehâ ile Âmid beyninde bir beldedir. Ve سِنُّ الْقَلَمِ [sinnu’l-ḵalem] kalemin ucunda yonulan yerine ıtlâk olunur ki şakkın iki tarafıdır; yukâlu: أَطِلْ سِنَّ قَلَمِكَ وَهُوَ مَكَانُ الْبَرْيِ مِنْهُ Ve ekl-i şedîd maʹnâsına müstaʹmeldir. Ve kırn ve hemtâ maʹnâsına müstaʹmeldir; dişlerin birbirine muvâfakatı tasavvuruna mebnîdir; yukâlu: هُوَ سِنُّهُ أَيْ قِرْنُهُ Ve sarımsak dişine ıtlâk olunur. Şârih der ki tâ-yı vahdet dâhil olup vâhidine سِنَّةٌ [sinnet] denir. Ve orak ve bıçkı dişlerine ıtlâk olunur. Ve mikdâr-ı ʹömr maʹnâsına müstaʹmeldir ki yaş taʹbîr olunur; yukâlu: كَمْ سِنُّكَ أَيْ مِقْدَارُ عُمُرِكَ Ve سِنٌّ [sinn] kelimesi gerek diş ve gerek insân ve hayvânda ʹömr maʹnâsına olsun mü΄ennestir; cemʹi أَسْنَانٌ [esnân] gelir. Mütercim der ki İbn Ešamp;îr’in beyânına göre ʹömr maʹnâsında مُدَّةٌ [muddet] iʹtibârıyladır. Ve ona سِنٌّ [sinn] ıtlâkı tûl ve imtidâd tasavvuruna yâhûd hayvânın ʹömrü سِنٌّ [sinn]iyle maʹlûm olduğuna mebnîdir. Ve

سِنٌّ [sinn] Bir adamın yaşdaşına ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ سِنُّهُ أَيْ لِدَتُهُ وَتِرْبُهُ Ve arkada kaburga kemiklerinin uçlarına ıtlâk olunur. Ve fi’l-meseli: “وَقعَ فُلَانٌ فِي سِنِّ رَأْسِهِ” أَيْ عَدَدِ شَعْرِهِ مِنَ الْخَيْرِ أَوْ فِي مَا شَاءَ وَاحْتَكَمَ Yaʹnî “Başının kılları ʹadedince hayr ve niʹmete uğradı” yâhûd “Merâmına nâ΄il olup dil-hâhı üzere serâser onda tasarruf eyledi” diyecek yerde îrâd olunur. Şârih der ki bu mesel وَجَدَ فُلَانٌ كَلَأً سِنًّا وَانْبَطَأَ سِنًّا kavlinden me΄hûzdur ki kesretten kinâyedir. Ve وَقَعَ فِي سِيِّ رَأْسِهِ ʹunvânında dahi mervîdir.

Vankulu Lugatı - السن maddesi

اَلسَّنُّ [es-senn] (sîn’in fethi ve nûn’un teşdîdiyle) Bir nesneyi gereği gibi görüp gözetmek; yukâlu: سَنَّ الرَّجُلُ إِبِلَهُ إِذَا أَحْسَنَ رِعْيَتَهَا وَالْقِيَامَ عَلَيْهَا حَتَّى كَأَنَّهُ صَقَلَهَا Yaʹnî gûyâ ki onu mühreleyip سُنَنٌ [sunen]-i vâhid üzere kılmıştır. Ve

سَنٌّ [senn] Toprağı yer üzerine sühûletle dökmeğe de derler, bir vechle ki bir yere bağlayıp مُسَنَّاةٌ [musennât] gibi ola. Ve

سَنٌّ [senn] Zırhı gidermeğe dahi derler; yukâlu: سَنَّ عَلَيْهِ الدِّرْعَ يَسُنُّهَا سَنًّا إِذَا صَبَّهَا عَلَيْهِ Ve suyu yüze defʹaten dökmeğe dahi derler; tekûlu: سَنَنْتُ الْمَاءَ عَلَى وَجْهِي إِذَا أَرْسَلْتَهَا إِرْسَالًا مِنْ غَيْرِ تَفْرِيقٍ فَإِذَا فَرَّقْتَهُ فِي الصَّبِّ قُلْتَ بِالشِّينِ الْمُعْجَمَةِ Ve

سَنٌّ [senn] Nâkayı katı sürmeğe dahi derler; tekûlu: سَنَنْتُ النَّاقَةَ إِذَا سِرْتَهَا سَيْرًا شَدِيدًا Ve

سَنٌّ [senn] Tasvîr maʹnâsına dahi gelir; tekûlu: سَنَنْتُهُ أَسُنُّهُ سَنًّا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا صَوَّرْتَهُ Ve

سَنٌّ [senn] Bıçak bilemeğe dahi derler; tekûlu: سَنَنْتُ السِّكِّينَ إِذَا حَدَدْتَهُ

اَلسِّنُّ [es-sinn] (sîn’in kesri ve nûn’un teşdîdiyle) Diş, dendân maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı