el-ḵarḋ ~ اَلْقَرْضُ

Kamus-ı Muhit - القرض maddesi

اَلْقَرْضُ [el-ḵarḋ] (فَرْضٌ [farḋ] vezninde) Kesmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَضَهُ قَرْضًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا قَطَعَهُ Ve mücâzât eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَرَضَهُ إِذَا جَازَاهُ Ve şiʹr söylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَضَ الشِّعْرَ إِذَا قَالَهُ Ve قَرْضُ الرِّبَاطِ [ḵarḋu’r-ribâṯ] ölmek yâhûd ölümcül olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَضَ رِبَاطَهُ إِذَا مَاتَ أَوْ أَشْرَفَ عَلَى الْمَوْتِ [Ve] رِبَاطٌ [ribâṯ]tan murâd رِبَاطٌ [ribâṯ]-ı kabldir. Ve sağa sola saparak yürüyüp gitmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَضَ فِي سَيْرِهِ إِذَا عَدَل يَمْنَةً وَيَسْرَةً Ve bir yerden alargaya sapmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَضَ الْمَكَانَ إِذَا عَدَلَ عَنْهُ وَتَنَكَّبَهُ Ve kavluhu taʹâlâ fî kissati Ashâbi’l-Kehf: ﴿وَإِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ﴾ أَيْ تُخَلِّفُهُمْ شِمَالاً وَتُجَاوِزُهُمْ وَتَقْطَعُهُمْ وَتَتْرُكُهُمْ عَلَى شِمَالِهَا Burada قَرْضٌ [ḵarḋ] katʹ maʹnâsından yâhûd ʹudûl ve tenekküb maʹnâsından me΄hûzdur, yaʹnî kehf-i mezbûra tulûʹ ve gurûb vaktlerinde güneş dâhil olur iken Hak taʹâlâ onları sıyânet için üzerlerine uğratmazlar idi yâhûd kapısı بَنَاتُ نَعْشٍ [benâtu naʹş]a mukâbil olmakla üzerlerine uğratmazlar idi. Ve

قَرْضٌ [ḵarḋ] Ölmek maʹnâsına müstaʹmeldir ki katʹ-ı hayât eder; yukâlu: قَرَضَ الرَّجُلُ إِذَا مَاتَ ve yukâlu: قَرِضَ قَرْضًا كَسَمِعَ سَمْعًا Ve

قَرْضٌ [ḵarḋ] Bir adama sâbıkan bir kimsenin îsâl eylediği isâ΄et ve ihsâna ıtlâk olunur; kesr ile de lügattir; yukâlu: عَلَيْهِ قَرْضٌ مِنْهُ وَهُوَ مَا أَسْلَفَهُ مِنْ إِسَاءَةٍ وَإِحْسَانٍ Ve bir kimseye ödünç verilen nesneye denir; yukâlu: أَعْطَاهُ قَرْضًا وَهُوَ مَا يُعْطِيهِ لِيُقْضَاهُ Ve bir nesneden âher nesneye ve bir hâletten âher hâlete tahavvül ve intikâl eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرِضَ الرَّجُلُ قَرْضًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا زَالَ مِنْ شَيْءٍ إِلَى شَيْءٍ

Vankulu Lugatı - القرض maddesi

اَلْقَرْضُ [el-ḵarḋ] (ḵâf’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Kesmek, katʹ maʹnâsına; yukâlu: قَرَضْتُ الشَّيْءَ أَقْرِضُهُ قَرْضًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا قَطَعْتَهُ ve yukâlu: جَاءَ فُلَانٌ وَقَدْ قَرَضَ رِبَاطَهُ Ve رِبَاطٌ [ribâṯ] râ’nın kesriyle ipe ve âhû tuzağına derler, maksûd yorgunluğu işʹârdır ve yukâlu: اَلْفَارَةُ قَرَضَتِ الثَّوْبَ Ve

قَرْضٌ [ḵarḋ] Hâssaten şiʹr demeğe dahi derler; yukâlu: قَرَضْتُ الشِّعْرَ إِذَا قُلْتَهُ Ve

قَرْضٌ [ḵarḋ] Ölmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَرَضَ فُلَانٌ إِذَا مَاتَ Ve

قَرْضٌ [ḵarḋ] Borca bir nesne vermeğe dahi derler; baʹde zemân onun mislin versin diye. Ve قِرْضٌ [ḵirḋ] dahi lügattır ḵâf’ın kesriyle, Kisâ΄î rivâyeti üzere. Ve

قَرْضٌ [ḵarḋ] Kezâlik mukaddemâ işlediğin iyiliğe ve yaramazlığa dahi derler. Ve bu ʹalâ-tarîki’t-teşbîh olur. Ve

قَرْضٌ [ḵarḋ] Bir nesnenin cezâsın etmeğe dahi derler; yukâlu: قَرَضْتُهُ قَرْضًا

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı