el-ḵaʹûd ~ اَلْقَعُودُ

Kamus-ı Muhit - القعود maddesi

اَلْقَعُودُ [el-ḵaʹûd] (صَبُورٌ [ṡabûr] vezninde) Çobanın iş devesine denir ki her hâceti için ona binip oraya buraya kullandığı deveden ʹibârettir, Fârisîde ona raht derler. Cemʹi أَقْعِدَةٌ [aḵʹidet] gelir ve قُعُدٌ [ḵuʹud] gelir zammeteynle ve قِعْدَانٌ [ḵiʹdân] gelir ḵâf’ın kesriyle ve قَعَائِدُ [ḵaʹâ΄id] gelir. Ve

قَعُودٌ [ḵaʹûd] Deve kısmından قَلُوصٌ [ḵalûṡ] ve بَكْرٌ [bekr]e denir, ثَنِيٌّ [šamp;eniyy] mertebesine bâlig olunca kadar ki ibtidâ rükûba salâhiyyetine mebnîdir. Ve بَكْرٌ [bekr] genç erkek deveyeye ve قَلُوصٌ [ḵalûṡ] ibtidâ΄ rükûba sâlih olan genç dişi deveye denir, ثَنِيٌّ [šamp;eniyy] mertebesine bâlig olunca kadar. Ümmehât-ı sâ΄irede قَلُوصٌ [ḵalûṡ] قَعُودٌ [ḵaʹûd]a mukâbil olmak üzere bu vechile mersûmdur ki قَلُوصٌ [ḵalûṡ] şol dişi devedir ki ibtidâ΄ rükûba sâlih ola, ثَنِيٌّ [šamp;eniyy] mertebesine varınca kadar; baʹdehu نَاقَةٌ [nâḵat] ıtlak olunur. Ve

قَعُودٌ [ḵaʹûd] Şol erkek devedir ki ibtidâ΄ rükûba sâlih ola, ثَنِيٌّ [šamp;eniyy] mertebesine varınca kadar; baʹdehu جَمَلٌ [cemel] ıtlâk olunur. Ve قَلُوصٌ [ḵalûṡ]a قَعُودٌ [ḵaʹûd] ıtlâk olunmaz. Pes mü΄ellifin kavli onlara muhâlif olur. Ve ثَنِيٌّ [šamp;eniyy] beş yaşını geçip altıncıya girmiş devedir. Ve

قَعُودٌ [ḵaʹûd] Mutlak deve köşeğine denir فَصِيلٌ [faṡîl] maʹnâsına.

اَلْقُعُودُ [el-ḵuʹûd] (ḵâf’ın zammıyla) ve

اَلْمَقْعَدُ [el-maḵʹad] (mîm’in ve ʹayn’ın fethiyle ki masdar-ı mîmîdir) Mutlakan oturmak, جُلُوسٌ [culûs] maʹnâsınadır, ʹalâ-kavlin قُعُودٌ [ḵuʹûd] ayak üzerinden oturmak ve جُلُوسٌ [culûs] yatarken yâhûd secdede iken kalkıp oturmaktan ʹibârettir. Kavl-i evvele göre yukarıdan aşağıya ve sânîye göre aşağıdan yukarıya intikâlle olur; yukâlu: قَعَدَ الرَّجُلُ قُعُودًا وَمَقْعَدًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا جَلَسَ أَوْ هُوَ مِنَ الْقِيَامِ وَالْجُلُوسُ مِنَ الضَّجْعَةِ وَمِنَ السُّجُودِ Ve bâ΄ harfiyle müteʹaddî olur; yukâlu: قَعَدَ بِهِ إِذَا أَقْعَدَهُ Ve

قُعُودٌ [ḵuʹûd] Kıyâm maʹnâsına gelmekle zıdd olur; yukâlu: قَعَدَ الرَّجُلُ إِذَا قَامَ Ve kuş göğüsünü yere verip yatmak maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: قَعَدَتِ الرَّخَمَةُ إِذَا جَثَمَتْ Ve hurmâ ağacı bir sene meyve tutup öbür sene boş kalmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَعَدَتِ النَّخْلَةُ إِذَا حَمَلَتْ سَنَةً وَلَمْ تَحْمِلْ أُخْرَى Ve bir adam cenk ve husûmette kendi hemtâsına gücü yetmek maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: قَعَدَ فُلاَنٌ بِقِرْنِهِ إِذَا أَطَاقَهُ Burada bâ΄ taʹdiye içindir. Ve bir kimse cenk için akrânını tehyi΄e eylemek maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: قَعَدَ لِلْحَرْبِ إِذَا هَيَّأَ لَهَا أَقْرَانَهَا Ve fidan özdek bağlamak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَعَدَتِ الْفَسِيلَةُ إِذَا صَارَ لَهَا جِذْعٌ أَيْ سَاقٌ Ve hatun veled ve hayzdan ve muʹâmele-i zevciyyeden kalmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَعَدَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا صَارَتْ قَاعِدًا Ke-mâ se-yuzkeru. Ve

قُعُودٌ [ḵuʹûd] Hatun dul olmak إِيمَةٌ [îmet] maʹnâsınadır; yukâlu: قَعَدَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا آمَتْ Ve

قَعَدَ [ḵaʹade] kelimesi efʹâl-i nâkısadan صَارَ maʹnâsına istiʹmâl olunur; ve minhu yukâlu: حَدَّدَ شَفْرَتَهُ حَتَّى قَعَدَتْ كَأَنَّهَا حَرْبَةٌ أَيْ صَارَتْ Yaʹnî “Bıçağını o rütbede biledi ki gûyâ ki mızrak yalmanı oldu” ve minhu yekûlûne: ثَوْبَكَ لاَ تَقْعُدْ تَطِيرُ بِهِ الرِّيحُ أَيْ لاَ تَصِيرُ الرِّيحُ طَائِرَةً بِهِ [Ve] ثَوْبَكَ lafzı muzmer إِحْفَظْ kelimesiyle mansûbdur.

Vankulu Lugatı - القعود maddesi

اَلْقَعُودُ [el-ḵaʹûd] (ḵâf’ın fethi ve ʹayn’ın zammıyla) Şol devedir ki binilmeğe kâbil ola. Ve binilmeğe kâbil olmanın ednâ mertebesi iki yıldır, kulun dişin bırakıncaya değin قَعُودٌ [ḵaʹûd] derler, bıraktıktan sonra جَمَلٌ [cemel] derler ve dişi devenin tâzesine قَعُودٌ [ḵaʹûd] demezler, قَلُوصٌ [ḵalûṡ] derler ḵâf’ın fethiyle. Ebû ʹUbeyde rivâyeti üzere قَعُودٌ [ḵaʹûd] şol devedir ki onu çoban her hâceti için kullana ki ona lisân-ı Fârisîde raht derler ve Türkîde pişvenk derler. Ve bunun tasgîriyle gelmiştir şol mesel ki demişlerdir “إِتَّخَذُوهُ قُعَيِّدَ الْحَاجَاتِ” إِذَا امْتَهَنُوا الرَّجُلَ فِي حَوَائِجِهِمْ Yaʹnî bir kimseyi çok istihdâm etseler.

اَلْقُعُودُ [el-ḵuʹûd] (zammeteynle) ve

اَلْمَقْعَدُ [el-maḵʹad] (mîm’in ve ʹayn’ın fethiyle) Oturmak; yukâlu: قَعَدَ قُعُودًا وَمَقْعَدًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ أَيْ جَلَسَ Ve

قُعُودٌ [ḵuʹûd] Bir yerde karâr etmeğe dahi derler; yukâlu: قَعَدَ الزَّحْمَةَ إِذَا جَثَمَتْ Yaʹnî kaçan kerkes bir yerde karâr etse. Ve fidan özdek bağlamağa dahi derler; yukâlu: قَعَدَتِ الْفَسِيلَةُ إِذَا صَارَ لَهَا جِذْعٌ Ve جِذْعٌ [cižʹ] cîm’in kesriyle ve žâl-ı muʹcemenin sükûnuyla ağacın özdeği yaʹnî bedeni.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı