اَلْقَلْسُ [el-ḵals] (ḵâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Geminin halat taʹbîr olunan yoğun ipine denir ki lîften yâhûd hurmâ kabuğundan ve sâ΄ir nesnelerden bükerler; cemʹi قُلُوسٌ [ḵalûs] gelir, yukâlu: جَرُّوا السَّفِينَةَ بِالْقَلْسِ وَالسَّفِينَ بِالْقُلُوسُ وَهُوَ حَبْلٌ ضَخْمٌ مِنْ لِيفٍ أَوْ خُوصٍ أَوْ غَيْرِهِمَا Mü΄ellif yine müsâmaha eylemiştir. Ve
قَلْسٌ [ḵals] Boğazdan ağız dolusu ve ondan azca çıkan nesneye denir. Ve bu قَيْءٌ [ḵay΄] değildir. Eğer ʹavdet ederse ona kay΄ ıtlâk olunur. Kâle’ş-şârih kâle fi’n-Nihâye ve fi’l-hadîsi: ḣمَنْ قَاءَ أَوْ قَلَسَ فَلْيَتَوَضَّأْḢ الْقَلَسُ بِالتَّحْرِيكِ وَقِيلَ بِالسُّكُونِ مَا خَرَجَ مِنَ الْجَوْفِ مِلْءَ الْفَمِ أَوْ دُونَهُ وَلَيْسَ بِقَيْءٍ فَإِنْ عَادَ فَهُوَ الْقَيْءُ Ve
قَلْسٌ [ḵals] Tarab ve tegannî ederek raks eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَسَ فُلاَنٌ قَلْسًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا رَقَصَ فِي غِنَاءٍ Ve latîf ve nâzük nagamât eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَس الْمُطْرِبُ إِذَا غَنَّى غِنَاءً جَيِّدًا Ve çok nebîz içmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَسَ الرَّجُلُ إِذَا أَكْثَرَ شُرْبَ النَّبِيذِ Ve miʹde bulanıp gönül dönmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَسَتْ نَفْسُهُ إِذَا غَثَتْ Ve kâse lebâleb dolduğu için şarâbı taşra püskürmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَسَ الْكَأْسُ بِالشَّرَابِ إِذَا قَذَفَهُ إِمْتَلاَءً ve yukâlu: قَلَسَ الْبَحْرُ بِالْمَاءِ إِذَا قَذَفَهُ إِمْتِلاَءً ve minhu yukâlu: بَحْرٌ قَلاَّسٌ أَيْ زَخَّارٌ
اَلْقَلْسُ [el-ḵals] (ḵâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Kalın iptir ki lîften yâhu hurmâ yaprağından olur.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı