اَلْهَدْيُ [el-hedy] ve
اَلْهَدْيَةُ [el-hedyet] (hâ’ların fethi ve kesri ve dâl’ların sükûnuyla) Bir adamın sîret ve meslek ve tarîkatine denir, râh ve reviş maʹnâsına; yukâlu: هَدَى هَدْيَ فُلَانٍ وَهَدْيَتَهُ أَيْ سَارَ طَرِيقَتَهُ وَسِيرَتَهُ
اَلْهَدِيُّ [el-hediyy] (غَنِيٌّ [ġaniyy] vezninde) Tutsağa denir, esîr maʹnâsına. Ve geline denir, هَدِيَّةٌ [hediyyet] dahi denir hâ’yla,عَرُوسٌ [ʹarûs] maʹnâsına. Ve Harem-i şerîfe sevk olunan kurbâna denir ve ona هَدْيٌ [hedy] dahi denir hâ’nın fethi ve dâl’ın sükûnuyla; yukâlu: أَهْدَى إِلَى الْحَرَمِ هَدِيًّا وَهَدْيًا وَهُوَ مَا أُهْدِيَ إِلَى مَكَّةَ Mü΄ellif burada كَالْهَدْيِ فِيهِمَا ʹunvânıyla resm eylemekle şârih der ki tesniye zamîrinin vechi maʹlûm değildir, gâlibâ ʹibârede sakta vâkiʹdir, zîrâ ümmehât-ı sâ΄irede اَلْهَدِيُّ مَا أُهِديَ إِلَى مَكَّةَ وَالرَّجُلُ ذُو الْحُرْمَةِ كَالهَدْيِ فِيهِمَا ʹibâretiyle müsebbet olmakla burada dahi ʹunvân-ı merkûmla iken aklâm-ı nüssâhtan sâkıt olmuştur, pes هَدِيٌّ [hediyy] غَنِيٌّ [ġaniyy] vezninde ve هَدْيٌ [hedy] dâl’ın sükûnuyla ʹizz ve hürmet ve vakʹ ve haşmet sâhibi adama da denir.
اَلْهَدْيُ [el-hedy] (hâ’nın fethi ve dâl’ın sükûnuyla) Harem-i şerîfe gönderilen kurbân; yukâlu: مَا لِي هَدْيٌ إِنْ كَانَ كَذَا وَكَذَا وَهُوَ يَمِينٌ Ve kuri΄e kavluhu taʹâlâ: ﴿حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ﴾ (البقرة، 196) بِالتَّخْفِيفِ وَالتَّشْدِيدِ Ve
هَدْيٌ [hedy] Sîret maʹnâsına olan هَدْيَةٌ [hedyet]in cemʹi dahi gelir ʹalâ-mâ se-yecî΄u, تَمْرَةٌ [temret] ile تَمْرٌ [temr] gibi. Ve
هَدْيٌ [hedy] Müfred maʹnâsında dahi istiʹmâl olunur; yukâlu: هَدَى هَدْيَ فُلَانٍ أَيْ سَارَ سِيرَتَهُ Ve fi’l-hadîsi: “وَاهْدُوا هَدْيَ عَمَّارٍ” Ve tekaddüm maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: هَدَاهُ أَيْ تَقَدَّمَهُ
اَلْهَدِيُّ [el-hediyy] (hâ’nın fethi ve yâ’nın teşdîdiyle فَعِيلٌ [faʹîl] vezni üzere) Bi-maʹnâhâ. Ve
هَدِيٌّ [hediyy] Kurbân maʹnâsına dahi gelir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı