اَلْبَسْرُ [el-besr] (كَسْرٌ [kesr] vezninde) Bir işte ʹacele eylemek maʹnâsınadır ki te΄ennî eylememekten ʹibârettir; yukâlu: بَسَرَ الرَّجُلُ فِي الْأَمْرِ بَسْرًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا عَجِلَ فِيهِ Râġıb’ın Müfredât’ta beyânına göre mâdde-i mezkûre istiʹcâl maʹnâsına mevzûʹdur, maʹânî ve müştakkât-ı sâ΄ire ondan me΄hûzdur. Ve Esâs’ın beyânına göre hurmâ koruğuna mevzûʹ بُسْرٌ [busr] mâdde-i terkîbdir. Ve
بَسْرٌ [besr] ve
بُسُورٌ [busûr] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Yüz ekşitmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ الرَّجُلُ بَسْرًا وَبُسُورًا إِذَا عَبَسَ Râġıb’ın kavl-i mezbûruna göre ﴿وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ﴾ âyet-i kerîmesi kable duhûli’n-nâri vukûʹuna mahmûl olur; sâ΄ir mahaller dahi ona kıyâs olunur. Ve
بَسْرٌ [besr] Kahr eylemek maʹnâsınadır; zikr-i âtî dırâb-ı fahl maʹnâsından münşaʹibdir; yukâlu: بَسَرَهُ إِذَا قَهَرَهُ Ve çıban ve yara makûlesini sağalmazdan mukaddem sıkıp deşmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ الْقَرْحَةَ بَسْرًا إِذَا نَكَأَهَا قَبْلَ النُّضْجِ Ve dişi hurmâya mevsiminden mukaddem erkek hurmâdan aşı vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ النَّخْلَةَ إِذَا لَقَّحَهَا قَبْلَ أَوَانِهِ Ve kösnük olmazdan akdem nâkaya buğur aşmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ الْفَحْلُ النَّاقَةَ إِذَا ضَرَبَهَا قَبْلَ الضَّبَعَةِ Ve vakti değil iken hâcet taleb eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ الْحَاجَةَ إِذَا طَلَبَهَا فِي غَيْرِ أَوَانِهَا Ve hurmâ koruğunu olmuş hurmâya halt ile ikisinden karışık nebîz tertîb eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ التَّمْرَ إِذَا نَبَذَهُ فَخَلَطَ الْبُسْرَ بِالتَّمْرِ Ve tulumun sütü henüz uyu[yu]p yoğurt yâhûd ayran olmazdan evvel içmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ السِّقَاءَ إِذَا شَرِبَ مِنْهُ قَبْلَ أَنْ يَرُوبَ مَا فِيهِ Ve kable hulûli’l-ecel dâyini sıkıştırıp deyn edâsını taleb eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ الدَّيْنَ إِذَا تَقَاضَاهُ قَبْلَ مَحِلِّهِ Ve
بَسْرٌ [besr] İsm olur, soğuk suya denir; yukâlu: شَرِبَ الْبَسْرَ أَيِ الْمَاءَ الْبَارِدَ Ve bir şey΄e başlamak maʹnâsınadır; yukâlu: بَسَرَ بِهِ إِذَا ابْتَدَأَ بِهِ
اَلْبُسْرُ [el-busr] (bâ’nın zammıyla) Her şey΄in tâzesine denir. Ve tâze suya denir ki henüz yağmur sebebiyle peydâ olan sudan ʹibârettir. Cemʹi بِسَارٌ [bisâr] gelir bâ’nın kesriyle. Ve
بُسْرٌ [busr] Şâbb ve şâbbeye yaʹnî tâze ve nev-civân oğlana ve kıza ıtlâk olunur. Ve rutab kertesine varmamış olan hurmâ koruğuna denir. Müfredi بُسْرَةٌ [busret]tir hâ’yla ve bunda sîn’in zammıyla câ΄izdir.
Cevherî hurmânın merâtibini taʹdâd sadedinde en evvel çiçek iken خَلاَلٌ [ḣalâl] baʹdehu بَلَحٌ [belaḩ] baʹdehu بُسْرٌ [busr] baʹdehu رُطَبٌ [ruṯab] ıtlâk olunur demesi ceyyid değildir, zîrâ kasr-ı medâric eylemiştir. Belki savâb olan zikr eylediği üzere evvel derecede طَلْعٌ [ṯalʹ] ve inʹikâda başladıkta سُيَّابٌ [suyyâb] denir ve yeşillenip değirmilendikte جَدَالٌ [cedâl] ve سَرَادٌ [serâd] ve خَلاَلٌ [ḣalâl] denir ve bir mikdârca büyüdükte بَغْوٌ [baġv] ve irilendikte بُسْرٌ [busr] baʹdehu مُخَطَّمٌ [muḣaṯṯam] baʹdehu مُوَكَّتٌ [muvekket] baʹdehu تُذْنُوبٌ [tužnûb] baʹdehu جُمْسَةٌ [cumset] baʹdehu ثَعْدَةٌ [šamp;aʹdet] ve خَالِعٌ [ḣâliʹ] ve خَالِعَةٌ [ḣâliʹat] denir, tamâm-ı nuzc buldukta رُطَبٌ [ruṯab] ve مَعْوٌ [maʹv] denir ki tâze hurmâdır, en sonra تَمْرٌ [temr] denir. Ve bunun tafsîlini er-Ravḋu’l-Meslûf Fî-mâ Lehu İsmâni ile’l-Ulûf nâm te΄lîfimizde bast ve beyân eylemişizdir, tâlibi olanlar ona mürâcaʹat ve nazar eyleyeler, inşâ΄allâhu taʹâlâ. Şârih der ki Cevherî merâtib-i külliyyeyi beyân eylemiştir. İntehâ. Ve
بُسْرُ [Busr] Baġdâd kazâsında bir karye adıdır; aʹlâmdan Ebu’l-Ḵâsım ʹAlî b. Muḩammed el-Busrî ve zâhid Ebû ʹUbeyd oradandır. Ve
بُسْرٌ [Busr] Esmâ-i ricâldendir: Busr b. Erṯât ve Busr b. Ciḩâş ve Busr b. Râʹi’l-ʹayr ve Busr b. Sufyân ve ʹAbdullâh b. Busr ashâbdandır. Ve Aḩmed b. ʹAbdurraḩmân ve ʹamm-zâdesi Muḩammed b. ʹAbdullâh ve Aḩmed b. İbrâhîm ve Muḩammed b. el-Velîd el-Busriyyûn muhaddislerdir. Ve Busr b. Miḩcen ve Busr b. Saʹîd ve Busr b. Ḩumeyd ve Busr b. ʹUbeydullâh ve ʹAbdullâh ve Suleymân ibnâ Busr tâbiʹîndendir. Ve
بُسْرٌ [Busr] Ḩavrân nâhiyesinde bir karye adıdır.
اَلْبُسْرُ [el-busr] (bâ’nın zammı ve sîn’in sükûnuyla) Hurmâ koruğu ki evveline طَلْعٌ [ṯalʹ] derler ṯâ-i mühmelenin fethi ve lâm’ın sükûnuyla, ondan sonra خَلَالٌ [ḣalâl] derler ḣâ-i muʹcemenin fethiyle, ondan sonra بَلَحٌ [belaḩ] derler bâ’nın fethiyle ve ḩâ-i mühmele ile, ondan sonra بُسْرٌ [busr] derler, ondan sonra رُطَبٌ [ruṯab] derler, ondan sonra تَمْرٌ [temr] derler. Ve
بُسْرٌ [busr] Şol tâze suya derler ki hadîsü’l-ʹahd ola matarla yaʹnî yağmur yağmakla zuhûra gelmiş ola.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı