ḩafer ~ حَفَرٌ

Kamus-ı Muhit - حفر maddesi

اَلْحَفَرُ [el-ḩafer] (fethateynle) Geniş kuyuya ıtlâk olunur, بِئْرٌ مُوَسَّعَةٌ maʹnâsına ve fâ’nın sükûnuyla lügattır. Ve kazılmış çukurdan çıkan toprağa denir; yukâlu: كَثُرَ الْحَفْرُ عَلَى الشَّطِّ أَيْ تُرَابُ الْحُفْرَةِ Cemʹi أَحْفَارٌ [aḩfâr] ve cemʹü’l-cemʹi أَحَافِيرُ [eḩâfîr] gelir. Ve

حَفَرٌ [ḩafer] Dişlerin diplerinde hâdis olan sivilceler sebebiyle hudûs eden çürüklüğe yâhûd sarılığa denir; fâ’nın sükûnuyla da lügattır; yukâlu: فِي أَسْنَانِهِ حَفَرٌ وَحَفْرٌ أَيْ سُلاَقٌ بِأُصُولِهَا أَوْ صُفْرَةٌ Fiʹli ânifen zikr olundu. Ve

حَفَرٌ [Ḩafer] Kûfe’de bir mevziʹ adıdır ki ona müteʹayyinân-ı ʹArabdan ʹAmr b. Saʹd el-Ḩafrî nâzil olur idi. Ve bunda hâ’yla حَفَرَةٌ [Ḩaferet] demek sahîh değildir. Ve

حَفَرٌ [Ḩafer] Mekke ile Baṡra meyânında bir mevziʹ adıdır. Ve

حَفَرُ أَبِى مُوسَى [Ḩaferu Ebî Mûsâ] Baṡrâ’nın Mekke câddesinde vâkiʹ eşme kuyulara denir ki Ebû Mûsâ el-Eşʹarî hafr ettirmiştir. Ve

حَفَرُضَبَّةَ [Ḩaferu Ḋabbet] Sevâcin nâhiyesinde bir niçe eşmelere ıtlâk olunur. Ve

حَفَرُ سَعْدِ بْنِ زَيْدِ مَنَاةَ [Ḩaferu Saʹd b. Zeydi Menât] Dehnâ΄ verâsında bir niçe eşmelerdir.

اَلْحَفْرُ [el-ḩafr] (ḩâ’nın fethi ve fâ’nın sükûnuyla) Mutlakâ bir nesnenin içini eşip kazmak ve çukurlatmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَفَرَ الشَّيْءَ حَفْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا نَقَّاهُ كَمَا تُحْفَرُ الْأَرْضُ بِالْحَدِيدَةِ Ve cimâʹ eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: حَفَرَ الْمَرْأَةَ إِذَا جَامَعَهَا Ve hayvânı kesret-i aʹmâl yâhûd kesret-i halb sebebiyle arıklatmak maʹnâsına müstaʹmeldir ki gövdesi çukur çukur olur; yukâlu: حَفَرَ الْعَنْزَ إِذَا أَهْزَلَهَا Ve ʹArablar meselâ “Zeyd’in umûr ve ahvâline ıttılâʹ için gereği gibi tecessüs ve teftîş eyledi” diyecek yerde حَفَرَ ثَرَى زَيْدٍ derler, فَتَّشَ عَنْ أَمْرِهِ وَوَقَفَ عَلَيْهِ maʹnâsına. Kâle fi’l-Esâs tekûlu: حَفَرْتُ ثَرَى فُلاَنٍ إِذَا فَتَّشْتَ عَنْ أَمْرِهِ لِلْوُقُوفِ Ve

حَفْرٌ [ḩafr] Çocuğun dişleri düşmek maʹnâsına müstaʹmeldir ki yeri çukurlanır; yukâlu: حَفَرَ الصَّبِيُّ إِذَا سَقَطَتْ رَوَاضِعُهُ Ve dişlerin diplerinde hurde hurde sivilceler çıkmakla yâhûd fâsid olup sararmakla çürüyüp tebâh olmak maʹnâsınadır ki min baʹd ufanıp dökülmekle yerleri çukur olur; yukâlu: حُفِرَ فُوهُ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ وَحَفَرَ وَحَفِرَ حَفْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَالرَّابِعِ إِذَا فَسَدَتْ أُصُولُ أَسْنَانِهِ بِسُلاَقٍ يُصِيبُهَا أَوْ بِصُفْرَةٍ تَعْلُوهَا ve yukâlu: حُفِرَتْ وَحَفَرَتْ وَحَفِرَتْ أَسْنَانُهُ إِذَا تَأَكَّلَتْ Ve

حَفْرٌ [ḩafr] Bir şey΄in ötesine kesb-i ıttılâʹ eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; ve minhu kavluhum: غَيْثٌ لاَ يَحْفِرُهُ أَحَدٌ أَيْ لاَ يَعْلَمُ أَقْصَاهُ

Vankulu Lugatı - حفر maddesi

اَلْحَفْرُ [el-ḩafr] (ḩâ’nın fethi ve fâ’nın sükûnuyla) ve

اَلْإِحْتِفَارُ [el-iḩtifâr] (hemzenin kesriyle) Kazmak; yukâlu: حَفَرْتُ الْأَرْضَ أَحْفِرُهَا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَاحْتَفَرْتُ الْأَرْضَ Ve

حَفْرٌ [ḩafr] Arıklatmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: حَفَرَهُ حَفْرًا أَيْ هَزَلَهُ وَيُقَالُ مَا حَامِلٌ إِلَّا وَالْحَمْلُ يَحْفُرُهَا إِلَّا النَّاقَةَ فَإِنَّهَا تَسْمَنُ عَلَيْهِ Ve

حَفْرٌ [ḩafr] Diş dibinde olan çürüğe dahi derler; tekûlu: فِي أَسْنَانِهِ حَفْرٌ يُقَالُ حَفَرَتْ تَحْفِرُ مِثْلُ كَسَرَ يَكْسِرُ كَسْرًا إِذَا فَسَدَتْ أُصُولُهَا Ve Cevherî’nin bu taʹbîrinden fehm olunur ki كَسَرَ fiʹl-i lâzım dahi gele, meger ki murâd mücerred bâbın beyân ola. Ve Yaʹḵûb eyitti: حَفْرٌ [ḩafr] şol sivilcelerdir ki dişler dibinde çıkar; yukâlu: أَصْبَحَ فَمُ فُلَانٍ مَحْفُورًا

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı