اَلشُّعَبُ [eş-şuʹab] Cemʹi. Ve
شُعَبُ الْفَرَسِ [şuʹabu’l-feres] Feresten mürtefiʹ olan yerleridir, boynu gibi ve omzu gibi. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] Kiçirek su akıntısına dahi derler, mesîl-i sagîr maʹnâsına; yukâlu: شُعَبَةٌ حَافِلٌ أَيْ مُمْتَلِئَةٌ سَيْلًا Ve حَافِلٌ [ḩâfil] ḩâ-i mühmele ile ve fâ΄ ile dolu demektir. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] Ayrılmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: شَعَبَتْهُمُ الْمَنِيَّةُ أَيْ فَرَّقَتْهُمُ الْمَنِيَّةُ Ve مَنِيَّةٌ [meniyyet]ten murâd mevttir. Ve bu sebebdendir ki mevte شَعُوبٌ [şeʹûb] derler, şîn’in fethi ve ʹayn’ın zammıyla, ayırıcı olduğu için. Ve شَعُوبٌ [şeʹûb] lafzı maʹrifedir ki ona elif ve lâm dâhil olmaz. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] tâ΄ifeye dahi derler. Ve
شُعَبَةٌ [şuʹabet] Şol kıtʹaya derler ki onunla çanağın sınığın ıslâh ederler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı