اَلْقَبُولُ [el-ḵabûl] (صَبُورٌ [ṡabûr] vezninde) Bu dahi ebe kadına denir. Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] Masdar olur, hibe ve nasîhat makûlesi nesneyi telakkî ile alıp der-ʹuhde eylemek maʹnâsına. Fârisîde pezîreften mürâdifidir, lisânımızda kabûl etmek taʹbîr olunur; yukâlu: قَبِلَ الشَّيْءَ قَبُولًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا أَخَذَهُ Ve gâhca ḵâf’ı mazmûm olur. Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] Sabâ yeline denir, zîrâ دَبُورٌ [debûr] dedikleri batı yeline mukâbildir yâhûd bâb-ı Kaʹbe’ye mukâbil estiği için yâhûd ʹinde’n-nefs makbûl ve mergûb olduğuna mebnîdir, pes قَبُولٌ [ḵâbûl] مَقْبُولٌ [maḵbûl] maʹnâsınadır; yukâlu: هَبَّتِ الْقَبُولُ أَيْ رِيحُ الصَّبَا Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] Hüsn ü cemâl ve bişr ü beşâşet ve talâkat maʹnâsına müstaʹmeldir; ḵâf’ın zammıyla da baʹzen zebân-zededir; ve minhu kavlu nedîmi’l-Me΄mûni’l-ʹAbbâsiyyi fi’l-Ḩaseneyn: “أُمُّهُمَا الْبَتُولُ وَأَبُوهُمَا الْقَبُولُ” Ve ism-i masdar olur, nefs ʹafv ve ṡafḩ makûlesi nesneye meyl ve rızâ ve muhabbet eyleyip ona yönelmeğe denir. Ve bunun fiʹli hecr ve imâte olunmuştur ki ondan fiʹl tasarruf olunmaz. Kâle’ş-şârih ve fi’n-Nihâye ve minhu’l-hadîsu: “ثُمَّ يُوضَعُ لَهُ الْقَبُولُ فِي الْأَرْضِ” أَيِ الْمَحَبَّةُ وَالرِّضَا بِالشَّيْءِ وَمَيْلُ النَّفْسِ إِلَيْهِ Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] Masdar olur, kuyudan su çeken adamın elinden kovayı almak maʹnâsına; yukâlu: قَبِلَ الْقَابِلُ الدَّلْوَ قَبُولًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا أَخَذَهَا السَّاقِي Ve
قَبُولٌ [Ḵabûl] Esâmî-i ricâldendir.
اَلْقَبْلُ [el-ḵabl] (ḵâf’ın fethiyle) Naʹleyne قِبَالَةٌ [ḵibâlet] dediği zikr olunan tasmayı geçirmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَ النَّعْلَ قَبْلًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا جَعَلَ لَهَا قِبَالَيْنِ Burada bâb-ı sâlis bilâ-şart vârid olmuştur. Ve burada إِقْبَالٌ [iḵbâl] ve مُقَابَلَةٌ [muḵâbelet] ve قَبْلٌ [ḵabl] beynlerinde baʹzılara göre ihtilâf olmakla ʹan-karîb zikr olunur. Ve
قَبْلٌ [ḵabl] Gece قَابِلَةٌ [ḵâbilet] olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَتِ اللَّيْلَةُ إِذَا صَارَتْ قَابِلَةً Ve
قَبْلٌ [ḵabl] ve
قُبُولٌ [ḵubûl] (ḵâf’ın zammı ve fethiyle) قَبُولٌ [ḵabûl] dediği rüzgâr esmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَتِ الْقَبُولُ قَبْلًا وَقُبُولًا وَقَبُولًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا هَبَّتْ Ve
قَبْلٌ [ḵabl] Bir nesneye başlayıp ona idmân ve müdâvemet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَبَلَ عَلَى الشَّيْءِ قَبْلًا إِذَا لَزِمَهُ وَأَخَذَ فِيهِ
اَلْقَبُولُ [el-ḵabûl] (ḵâf’ın fethi ve bâ’nın zammı ve meddiyle) Bi-maʹnâhu; tekûlu: تَقَبَّلْتُ الشَّيْءَ وَقَبِلْتُهُ قَبُولًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] Masdar-ı şâzzdır, zîrâ mezbûrdan mâ-ʹadâsı zamm-ı fâ΄ iledir. Yezîdi, ʹAmr b. el-ʹAlâ’dan rivâyet edip eyitti: قَبُولٌ [ḵabûl]dan gayrı masdar-ı meftûhü’l-fâ gelmemiştir; ve yukâlu: عَلَى فُلَانٍ قَبُولٌ إِذَا قَبِلَتْهُ النَّفْسُ Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] صَبَا [ṡabâ] yeline dahi derler. Ve صَبَا [ṡabâ] şol yeldir ki دَبُورٌ [debûr] demekle maʹrûf olan yele mukâbildir. Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] Kuyudan su çeken kimseden kovayı almağa dahi derler. Ve
قَبُولٌ [ḵabûl] Dâyeye dahi derler, قَابِلَةٌ [ḵâbilet] maʹnâsına.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı