kesru’l-ḩisâb ~ كَسْرُ الْحِسَابِ

Kamus-ı Muhit - كسر الحساب maddesi

اَلْكَسْرُ [el-kesr] (kâf’ın fethi ve sîn’in sükûnuyla) Kırmak maʹnâsınadır, Fârisîde şikesten mürâdifidir; yukâlu: كَسَرَ الشَّيْءَ كَسْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي فَانْكَسَرَ Ve göz kıpmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: كَسَرَ مِنْ طَرْفِهِ إِذَا غَضَّ Ve bir adam kendi mâlına takayyüd ve riʹâyet ve ihtimâmı kalîl olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: كَسَرَ الرَّجُلُ إِذَا قَلَّ تَعَاهُدُهُ لِمَالِهِ Ve

كَسْرٌ [kesr] ve

كُسُورٌ [kusûr] Kuş kısmı yere inmek sadedinde kanatlarını devşirip kısmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: كَسَرَ الطَّائِرُ كَسْرًا وَكُسُورًا إِذَا ضَمَّ جَنَاحَيْهِ يُرِيدُ الْوُقُوعَ Lâkin Esâs’ta كَسَرَ الطَّائِرُ جَنَاحَيْهِ إِذَا ضَمَّهُمَا لِلْوُقُوعِ وَيُقَالُ كَسَرَ كُسُورًا إِذَا لَمْ يَذْكُرِ الْجَنَاحَيْنِ وَهَذَا يَدُلُّ أَنَّ الْفِعْلَ إِذَا نُسِيَ مَفْعُولُهُ وَقُصِدَ الْحَدَثُ نَفْسُهُ جَرَى مَجْرَى الْفِعْلِ الْغَيْرِ الْمُتَعَدِّيِّ ʹibâretiyle mersûm olmakla mü΄ellifin taʹbîrine muhâlif olur. Ve

كَسْرٌ [kesr] Bir adam metâʹını sevb sevb yaʹnî birer mikdâr birer mikdâr satmak maʹnâsına müstaʹmeldir, zîrâ cümleten ve defʹaten satmak revâc hâletidir; yukâlu: كَسَرَ الرَّجُلُ مَتَاعَهُ إِذَا بَاعَهُ ثَوْبًا ثَوْبًا Ve yastığı dayanmak için bükmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: كَسَرَ الْوِسَادَةَ إِذَا ثَنَاهُ وَاتَّكَأَ عَلَيْهِ Ve

كَسْرٌ [kesr - kisr] (kâf’ın fethi ve kesriyle) ʹUzvun bir cüz΄üne, ʹalâ-kavlin ʹuzv-ı vâfire yâhûd etli kemiğin nısfına yâhûd üzerinde eti çok olmayan kemiğe denir. Şârih der ki mü΄ellif bununla işbu hadîse telmîh eylemiştir: Kâle fi’n-Nihâye ve hadîsi ʹÖmer, kâle Saʹd b. el-Aḣrem: ḣأَتَيْتُهُ وَهُوَ يُطْعِمُ النَّاسَ مِنْ كُسُورِ إِبِلٍḢ وَهُوَ جُزْءٌ مِنَ الْعُضْوِ أَوِ الْعُضْوُ الْوَافِرُ أَوْ نِصْفُ الْعَظْمِ بِمَا عَلَيْهِ مِنَ اللَّحْمِ أَوْ عَظْمٌ لَيْسَ عَلَيْهِ كَثِيرُ لَحْمٍ Ve

كِسْرٌ [kisr] Çadırın aşağı şukkasına denir ki gâhca kaldırılıp indirilir, ʹalâ-kavlin yere dokunur olmakla bükülüp kıvrılan eteğine denir; tekûlu: إِرْفَعْ كَسْرَ الْخِبَاءِ أَيْ شِقَّتَهُ السُّفْلَى أَوْ مَا تَكَسَّرُ وَتَثَنَّى عَلَى الْأَرْضِ مِنْهَا Ve her şey΄in nâhiye ve cânibine ıtlâk olunur. Cemʹi أَكْسَارٌ [eksâr] ve كُسُورٌ [kusûr] gelir. Ve

كَسْرُ الْحِسَابِ [kesru’l-ḩisâb] Sehm-i tâmma bâlig olmayan cüz΄den ʹibârettir, yaʹnî eczâ-i vâhidden cüz΄-i gayr-i tâmmdır ki كُسُورٌ تِسْعَةٌ [kusûrun tisʹat] taʹbîr olunur, نِصْفٌ [niṡf] ve عُشُرٌ [ʹuşur] ve خُمُسٌ [ḣumus] ve تُسُعٌ [tusuʹ] gibi; ve minhu yukâlu: إِنْكَسَرَتِ السِّهَامُ عَلَى الرُّؤُوسِ إِذَا لَمْ تَنْقَسِمْ إِنْقِسَامًا صَحِيحًا Ve

كَسْرٌ [kesr] Pek az şey΄e ıtlâk olunur, nezr-i kalîl maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı