el-kereb ~ اَلْكَرَبُ

Kamus-ı Muhit - الكرب maddesi

اَلْكَرَبُ [el-kereb] (fethateynle) Hurmâ ağacının kalın şâhları kesildikten sonra omuz başı gibi yerinde kalan omça gediklerine denir; müfredi كَرَبَةٌ [kerebet]tir hâ’yla. Ve

كَرَبٌ [kereb] Şol ipe denir ki iki üç kat edip kuyularda kova ağaçlarının ortalarına bend ederler ki bir ucu dahi büyük ipe bağlı olur, tâ ki suya vâsıl olan bu ip olup büyük, suya dokunmamakla çürümekten mahfûz ola. Şehrlerde onun yerine zincir bend ederler.

اَلْكَرْبُ [el-kerb] (kâf’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Gam ve tasaya denir ki ʹârız olduğu nefs-i insâniyyeyi şiddeti sebebiyle dem-beste eder. Cemʹi كُرُوبٌ [kurûb] gelir. Ve bu fi’l-asl masdardır, isâre-i arz maʹnâsından me΄hûzdur; yukâlu: أَخَذَهُ الْكَرْبُ وَهُوَ الْحُزْنُ يَأْخُذُ بِالنَّفْسِ Ve

كَرْبٌ [kerb] Masdar olur, bir kimseyi gam ve tasa şiddeti sebebiyle dem-beste eylemek maʹnâsına; yukâlu: كَرَبَهُ الْغَمُّ كَرْبًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَخَذَ نَفْسَهُ Ve

كَرْبٌ [kerb] Bükmek maʹnâsınadır; yukâlu: كَرَبَ الْحَبْلَ إِذَا فَتَلَهُ Ve bukağıya ayağa pek sıkıştırmak maʹnâsınadır; yukâlu: كَرَبَ الْقَيْدَ عَلَى الْمُقْيَّدِ إِذَا ضَيَّقَهُ Ve zirâʹat için tarlayı sürüp nadas eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: كَرَبَ اْلأَرْضَ إِذَا أَثَارَهَا لِلزَّرْعِ Bunun masdarı كِرَابٌ [kirâb] dahi gelir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve

كَرْبٌ [kerb] Kovaya كَرَبٌ [kereb] dedikleri ipi bağlamak maʹnâsınadır; yukâlu: كَرَبَ الدَّلْوَ إِذَا جَعَلَ بِهَا الْكَرَبَ Ve bir kimsenin kovasından كَرَبٌ [kereb] dedikleri ip kesilmek maʹnâsınadır; yukâlu: كَرِبَ الرَّجُلُ كَرْبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا انْقَطَعَ كَرَبُ دَلْوِهِ Ve hurmâ ağacından كَرَبٌ [kereb] dedikleri budak omçası ahz eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: كَرَبَ الرَّجُلُ كَرْبًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَخَذَ الْكَرَبَ مِنَ النَّخْلِ Ve كَرِيبٌ [kerîb] olan tarlaya ekin ekmek maʹnâsınadır; yukâlu: كَرَبَ الزَّارِعُ إِذَا زَرَعَ فِي الْكَرِيبِ Ve

كَرْبٌ [kerb] Bir nesnenin mikdârına mümâsil veyâhûd mukârib olan şey΄e ıtlâk olunur; yukâlu: هَذِهِ إِبِلٌ مِائَةٌ أَوْ كَرْبُهَا أَيْ نَحْوُهَا وَقُرَابُهَا Yaʹnî “Şu develer yüz mihârdır” yâhûd “yüz kadar ve yüze akrebdir.”

Vankulu Lugatı - الكرب maddesi

اَلْكَرْبُ [el-kerb] (ʹalâ vezni اَلضَّرْب [eḋ-ḋarb) Bi-maʹnâ اَلْكُرْبَة tekûlu minhu: كَرَبَهُ الْغَمُّ إِذَا اشْتَدَّ عَلَيْهِ Ve

كَرْبٌ [kerb] Bir nesneyi dar etmeğe dahi derler; yukâlu: كَرَبْتُ الْقَيْدَ مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا ضَيَّقْتَهُ عَلَى الْمُقَيَّدِ Ve deve yükletmeğe dahi derler; yukâlu: كَرَبْتُ النَّاقَةَ أَيْ أَوْقَرْتُهَا بِمَعْنَى حَمَلْتُهَا

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı