اَلدَّلُّ [ed-dell] (dâl’ın fethi ve lâm’ın teşdîdiyle) ve
اَلدَّلَالُ [ed-delâl] (سَحَابٌ [seḩâb] vezninde) ve
اَلدَّالُولَاءُ [ed-dâlûlâ΄] (medd ile) Nâz ve şîve ve ʹişveye denir, zevce zevcine cür΄et yaʹnî küstâhlık sûretini zâhiren muhâlefet eder gibi göstermekten ʹibârettir, hakîkatte murâdı muhâlefet değildir; yukâlu: هِيَ حَسَنَةُ الدَّلِّ وَالدَّلَالِ وَالدَّالُولَاءِ وَهُوَ تَدَلُّلُهَا عَلَى زَوْجِهَا تُرِيهِ جُرْأَةً عَلَيْهِ فِي تَغَنُّجٍ وَتَشَكُّلٍVe
دَلٌّ [dell] ve
دَلَالٌ [delâl] Masdar olur, nâz ve şîve eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: دَلَّتِ الْمَرْأَةُ عَلَى زَوْجِهَا دَلًّا وَدَلَالًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَظْهَرَتْ جَرَاءَةً عَلَيْهِ فِي تَغَنُّجٍ وَتَشَكُّلٍ كَأَنَّهَا تُخَالِفُهُ وَمَا بِهَا خِلَافٌ Ve
دَلٌّ [dell] Vakâr ve sekînet ve hüsn-i manzar ve hüsn-i sîret maʹnâsınadır; yukâlu: مَا أَحْسَنَ دَلَّهُ أَيْ هَدْيَهُ
اَلدَّلُّ [ed-dell] (dâl’ın fethi ve lâm’ın teşdîdiyle) Nâzlanmak; yukâlu: دَلَّتِ الْمَرْأَةُ تَدِلُّ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve دَلٌّ [dell] هَدْي [hedy] maʹnâsına karîbdir ki bunlar ikisi de sükûna ve vakâra delâlet ederler. Ve fi’l-hadîsi: “كَانَ أَصْحَابُ عَبْدِ اللهِ يَرْحَلُونَ إِلَى عُمَرَ فَيَنْظُرُونَ إِلَى سَمْتِهِ وَهَدْيِهِ وَدَلِّهِ فَيَتَشَبَّهُونَ بِه”
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı