el-ʹarûḋ ~ اَلْعَرُوضُ

Kamus-ı Muhit - العروض maddesi

اَلْعَرُوضُ [el-ʹarûḋ] (صَبُورٌ [ṡabûr] vezninde) Mekke-i mükerreme’ye ve Medîne-i münevvere’ye ve nevâhî ve çevrelerine denir; yukâlu: أُسْتُعْمِلَ فُلاَنٌ عَلَى الْعَرُوضِ أَيْ عَلَى مَكَّةَ وَالْمَدِينَةِ وَمَا حَوْلَهُمَا Ve baş öğretilmemiş ʹacemî nâkaya denir ki giderken sağa ve sola sapar; yukâlu: نَاقَةٌ عَرُوضٌ إِذَا كَانَتْ لَمْ تُرَضْ Ve mîzân-ı şiʹre ıtlâk olunur ki أَفَاعِيلُ [efâʹîl] ve تَفَاعِيلُ [tefâʹîl]den ʹibârettir, şiʹr onunla muʹâraza ve mukâbele olunup tashîhle mevzûnu nâ-mevzûndan mütemeyyiz olduğu için yâhûd ʹilm-i ʹarûz ʹulûm-ı külliyyeden bir nâhiye olduğu için tesmiye olundu, zîrâ عَرُوضٌ [ʹarûḋ] nâhiye maʹnâsına da gelir yâhûd baş öğrenmemiş ʹacemî nâka gibi saʹb olup sühûletle tâlibe râm ve zelûl olmadığı için yâhûd şiʹr kendisine ʹarz ve tatbîk olunmakla muvâfık olanı sahîh ve muhâlif geleni fâsid olduğu için yâhûd muhteriʹi olan İmâm Ḣalîl fenn-i mezbûre Mekke’de mülhem olduğu için tesmiye olundu. Ve

عَرُوضٌ [ʹarûḋ] Şiʹrden her beytin mısrâʹ-ı evvelinin cüz΄-i ahîrine denir, gerek ʹilel ve zihâfâttan sâlim ve gerek mugayyer olsun, niteki mısrâʹ-ı sânînin cüz΄-i ahîrine ضَرْبٌ [ḋarb] denir. Ve bu mü΄ennestir. Cemʹi أَعَارِيضُ [eʹârîḋ]dir, gûyâ ki إِعْرِيضٌ [iʹrîḋ]in cemʹidir. Ve

عَرُوضٌ [ʹarûḋ] Nâhiye maʹnâsınadır; tekûlu: خُذْ فِي عَرُوضٍ سِوَى هَذِهِ أَيْ نَاحِيَةٍ Ve dağın yöresinde olan daracık yola denir; tekûlu: سَلَكْنَا فِي عَرُوضِ الْجَبَلِ أَيْ فِي طَرِيقٍ فِي عُرْضِهِ فِي مَضِيقٍ Ve عَرُوضُ الْكَلاَمِ [ʹarûḋu’l-kelâm] Bir kelâmın fehvâ ve mefhûmuna denir; tekûlu: عَرَفْتُ ذَلِكَ مِنْ عَرُوضِ كَلاَمِهِ أَيْ فَحْوَاهُ Ve şol mekâna denir ki sülûk edenin önüne arkuru gele. Ve mutlakan çok nesneye denir; yukâlu: حَيٌّ عَرُوضٌ أَيْ كَثِيرٌ Ve buluta ıtlâk olunur, arkuru zuhûr eylediği için. Ve taʹâma denir; tekûlu: أَكَلْتُ عَرُوضًا أَيْ طَعَامًا Ve

عَرُوضٌ [ʹArûḋ] Ḵurre el-Esedî nâm kimsenin feresi adıdır. Ve çalı ve dikenlik otlayan koyuna ve keçiye denir; yukâlu: شَاةٌ وَمَعْزٌ عَرُوضٌ إِذَا كَانَ يَعْتَرِضُ الشَّوْكَ فَيَرْعَاهُ Ve bir kimseye ʹârız olan işe ve hâcete ıtlâk olunur; ve minhu yukâlu: هُوَ رَبُوضٌ بِلاَ عَرُوضٍ أَيْ بِلاَ حَاجَةٍ عَرَضَتْ لَهُ

Vankulu Lugatı - العروض maddesi

اَلْعَرُوضُ [el-ʹarûḋ] (ʹayn’ın fethi ve râ’nın zammıyla) Şol nâkadır ki baş öğretilmemiş ve râm olmamış ola. Ve

عَرُوضٌ [ʹarûḋ] Mîzân-ı şiʹre dahi derler; şiʹr onunla muʹâraza ve mukâbele olunup tashîh olunduğu için. Ve bu lafz mü΄ennestir, cemʹ olunmaz ism-i cins olduğu için. Ve

عَرُوضٌ [ʹarûḋ] Kezâlik eşʹârdan her beytin mısrâʹ-ı evvelîsinin cüz-i ahîrine derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı