اَلسُّكَاتُ [es-sukât] (sîn’in zammıyla) Masdardır, niteki zikr olundu. Ve
سُكَاتٌ [sukât] ve
سُكَاتَةٌ [sukâtet] (hâ’yla) Mûcib-i sükût olan şey΄e denir; yukâlu: رَمَاهُ بِسُكَاتٍ وَسُكَاتَةٍ أَيْ بِمَا يُسْكِتُهُ Ve bir kimse bir maslahatı bitirmek üzere olmak maʹnâsına istiʹmâl olunur ki sükût ve sükûnu müstelzimdir; yukâlu: هُوَ عَلَى سُكَاتِ اْلأَمْرِ أَيْ مُشْرِفٌ عَلَى قَضَائِهِ Ve
سُكَاتٌ [sukât] Şol yılana ıtlâk olunur ki sokmadıkça yılan olduğu bilinmez ola, yaʹnî pek âheste ve gizlenerek gelip sokar ola.
اَلسُّكَاتُ [es-sukât] (sîn’in zammı ve kâf’ın tahfîfi ile) Şol yılandır ki ısırmayınca bilinmeye. Ve
سُكَاتٌ [sukât] Bir maslahata erişmeğe karîb olmağa dahi derler; yukâlu: كُنْتُ عَلَى سُكَاتِ هَذِهِ الْحَاجَةِ أَيْ عَلَى شَرَفٍ مِنْ إِدْرَاكِهَا Ve Ebû Zeyd eyitti: سُكَاتٌ [sukât] bâʹis-i sükût olan nesneye derler; yukâlu: رَمَيْتُهُ بِسُكَاتِهِ أَيْ بِمَا أَسْكَتَهُ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı