اَلسَّلِيلُ [es-selîl] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) Kınından sıyrılmış kılıca vasf olur; yukâlu: سَيْفٌ سَلِيلٌ أَيْ مَسْلُولٌ Ve yeni doğmuş velede ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ سَلِيلُهُ أَيْ وَلَدُهُ Ve atın tayına denir, مُهْرٌ [muhr] maʹnâsına. Ve mâsikesiz ve سَلَى [selâ] dedikleri derisiz hemân sâdece mütevellid olan yavruya denir, niteki eş makûlesi mâsike ve selâ ile mütevellid olana بَقِيرَةٌ [baḵîret] ıtlâk olunur. Ve
سَلِيلٌ [selîl] At kısmının dimâgına denir. Ve hâlis şarâba denir. Ve deve hörgücüne denir. Ve derede yahûd vasatında olan su mecrâsına denir. Ve نُخَاعٌ [nuḣâʹ] maʹnâsınadır ki omurga iliğidir, murdâr ilik taʹbîr olunur, taʹrîfi “ن،خ،ع” mâddesinde mürûr eyledi. Ve şol vâsiʹ ve çukur dereye denir ki سَلَمٌ [selem] ve سَمُرٌ [semur] dedikleri meşe ağaçları inbât eder ola; cemʹi سُلَّانٌ [sullân]dır رُمَّانٌ [rummân] vezninde; lâm’ın kesret-i ictimâʹından ahîri nûn’a ibdâl olunmuştur, niteki سَالٌّ [sâll] dahi denir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve
سَلِيلٌ [Selîl] Esmâdandır: Selîl-i Eşcaʹî sahâbîdir. Ve Ebu’s-Selîl Ḋurayb b. Buḵayr tabiʹîdir. Ve Ebu’s-Selîl ʹAbdullâh b. İyâd ve Ebu’s-Selîl Aḩmed b. sâhib-i Âmid ʹÎsâ ve oğlu Selîl b. Aḩmed ve Selîl b. Bişr b. Râfiʹ ve ʹAbdullâh b. Yaḩyâ b. Selîl ve Zeyd b. Ḣalîfe b. es-Selîl muhaddislerdir.
اَلسَّلِيلَةُ [es-selîlet] (vezn-i mezbûr üzere) Mü΄ennesi. Ve Aṡmaʹî eyitti: Nâka veledin vazʹ ettiği hâlde müzekkerliği ve mü΄ennesliği bilinmezden evvel سَلِيلٌ [selîl] derler. Ve
سَلِيلٌ [selîl] Şol bol dereye derler ki onda سَلَمٌ [selem] ağacı ve سَمُرٌ [semur] ağacı biter; yukâlu: سَلِيلٌ مِنْ سَمُرٍ كَمَا يُقَالُ غَالٌّ مِنْ سَلَمٍ Ve غَالٌّ [ġâll] lâm’ın teşdîdiyle şol çukur yerdir ki onda ağaçlar biter. Ve
سَلِيلَةٌ [selîlet] Bir külte kıla dahi derler ki kılı hallâc attıktan sonra uzun uzun dürüp âdem kolunun ince yeri mikdârı kalın edip bir yere bağlayıp şey΄en fe-şey΄en eğirip işlerler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı