اَلسَّوْطُ [es-sevṯ] (sîn’in fethi ve vâv’ın sükûnuyla) Bir nesneyi karıştırmak, ʹalâ-kavlin iki şey΄i bir kap içre el ile katıp karıştırmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَاطَ الشَّيْءَ يَسُوطُهُ سَوْطًا إِذَا خَلَطَهُ أَوْ هُوَ أَنْ يَخْلِطَ شَيْئَيْنِ فِي الْإِنَاءِ ثُمَّ يَضْرِبَهُمَا بِالْيَدِ حَتَّى يَخْتَلِطَا Ve
سَوْطٌ [sevṯ] Kamçıya ıtlâk olunur, vurulduğu gövdenin etini kana karıştırdığı için. Cemʹi سِيَاطٌ [siyâṯ] gelir sîn’in kesriyle ve أَسْوَاطٌ [esvâṯ] gelir. Ve
سَوْطٌ [sevṯ] Nasîb maʹnâsına müstaʹmeldir, musîb olduğu için; yukâlu: هُوَ سَوْطُهُ أَيْ نَصِيبُهُ Ve şiddet ve mihnet maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: وَقَعُوا فِي سَوْطٍ أَيْ شِدَّةٍ Ve
سَوْطٌ [sevṯ] Masdar olur, kamçı ile vurmak maʹnâsına; yukâlu: سَاطَ دَابَّتَهُ إِذَا ضَرَبَهَا بِالسَّوْطِ Ve
سَوْطُ الْغَدِيرِ [sevṯu’l-ġadîr] Gölün suyunun fazlasına ıtlâk olunur ki سَوْطٌ [sevṯ] şeklinde mümtedd ola; tekûlu: وَرَدْنَا عَلَى سَوْطِ الْغَدِيرِ أَيْ فَضْلَتِهِ يَعْنِي مُمْتَدَّةً كَالسَّوْطِ Ve su irkilecek yere ıtlâk olunur ki سَوْطٌ [sevṯ] şeklinde gelip orada irkilir. Ve
سَوْطٌ [sevṯ] Emr-i vâhid ve bâbet ve üslûb maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: مَا يَتَعَاطَيَانِ سَوْطًا وَاحِدًا أَيْ أَمْرًا وَاحِدًا Kâle’ş-şârih ve fi’l-Esâs هُمَا يَتَعَاطَيَانِ سَوْطًا وَاحِدًا إِذَا اتَّفَقَا عَلَى نَجْرٍ وَاحِدٍ وَخُلُقٍ وَاحِدٍ Gûyâ ki سَوْطٌ [sevṯ]ın tâkaları örülüp bükülmekle şey΄-i vâhid olduğu gibi onların da reviş ve üslûbu vetîre-i vâhidedir.
اَلْأَسْوَاطُ [el-esvâṯ] (hemzenin fethiyle) ve
اَلسِّيَاطُ [es-siyâṯ] (sîn’in kesriyle) Cemʹi. Ve
سَوْطٌ [sevṯ] Masdar dahi gelir, kamçıyla vurmak maʹnâsına; yukâlu: سَاطَهُ يَسُوطُهُ سَوْطًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا ضَرَبَهُ بِالسَّوْطِ Ve
سَوْطٌ [sevṯ] Nasîb maʹnâsına da gelir; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ﴾ (الفجر 13) أَيْ نَصِيبَ عَذَابٍ Ve baʹzılar şiddet-i ʹazâb ile tefsîr etti, zîrâ ʹazâb gâh olur سَوْطٌ [sevṯ]le olur. Ve
سَوْطٌ [sevṯ] Kezâlik bir nesnenin baʹzın baʹzına halt etmeğe dahi derler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı