ilâ ~ إِلَى

Kamus-ı Muhit - إلى maddesi

إِلَى [ilâ] (hemzenin kesri ve elifin kasrıyla) Hurûf-ı cârredendir, intihâ-i gâyet içindir. Ve gâyet-i zamâniyye olur; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ﴾ Ve mekâniyye olur; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى﴾ Ve maʹiyyet için yaʹnî مَعَ maʹnâsına olur. Ve bu bir nesneyi şey΄-i âhere zamm eylediğin hâlde olur, kendilere müteʹallik maʹnâ iʹtibârıyla ve şey΄-i âher gerek cinsinden olsun gerek olmasın; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللهِ﴾ أَيْ مَعَ اللهِ ve ke-kavlihim: “اَلذَّوْدُ إِلَى الذَّوْدِ إِبِلٌ” أَيْ إِذَا اجْتَمَعَ الْقَلِيلُ مَعَ الْقَلِيلِ كَثِيرٌ Ve tebyîn maʹnâsına gelir ki mecrûrunun fâʹiliyyetini yaʹnî إِلَى kelimesinin müteʹalliki olan hadese bi-hasebi’l-maʹnâ fâʹil olduğunu mukaddeminde zikr olunan fiʹl-i taʹaccüb yâhûd ism-i tafdîlden muhabbet yâhûd bugz ve ʹadâvet maʹnâsını ifâde eyledikten sonra mübeyyen olur; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ﴾ اَلْآيَة Burada إِلَى kelimesi kendi mecrûru olan nefs-i mütekellimin ki murâd Yûsuf ʹaleyhi’s-selâmdır, ism-i tafdîl olan أَحَبُّ kelimesinin medlûlü olan muhabbet hadesine fâʹil olduğunu beyân ve işʹâr eylemiştir. Ve lâm-ı cârreye mürâdif olur, ke-mâ fî hadîsi’d-duʹâ΄i: “وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ” أَيْ لَكَ Ve فِي maʹnâsına olur; nahvu kavlihi taʹâlâ: ﴿لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَمَةِ﴾ أَيْ فِي يَوْمِ الْقِيَامَةِ Ve ibtidâ-i gâyet için olur, مِنْ gibi; ke-kavli İbn Aḩmer: “تَقُولُ وَقَدْ عَالَيْتُ بِالْكُورِ فَوْقَهَا || أَيُسْقَى فَلَا يَرْوَى إِلَيَّ ابْنُ أَحْمَرَا” أَيْ فَلَا يَرْوَى مِنِّي Bu beytte كُورٌ lafzı kâf’ın zammıyla pâlâna denir. Ve يُسْقَى kelimesi muzâriʹ-i mechûldür. Ve يَرْوَى vâv’ın fethiyle fiʹl-i muzâriʹ-i maʹlûmdur. Ve إِبْنُ أَحْمَرَ fâʹildir. Ve فَوْقَهَا zamîri نَاقَةٌ [nâḵat]a râciʹdir. Mazmûnu budur ki “Nâka-i mezbûre ben pâlânını üzerine vazʹ ederken lisân-ı hâlle İbn Aḩmer bana binmekten ʹacabâ hergiz usanmaz mı ola diye şikâyet eyledi.” Saky ve irvâ΄ hâleti istiʹâre-i temsîliyyeyi mutazammındır, rükûb ve melâl keyfiyyetlerine teşbîh olunmuştur. Ve إِلَى kelimesi عِنْدَ maʹnâsına olur; ke-kavli’ş-şâʹir: “أَمْ لَا سَبِيلَ إِلَى الشَّبَابِ وَذِكْرُهُ || أَشْهَى إِلَيَّ مِنَ الرَّحِيقِ السَّلْسَلِ” أَيْ أَشْهَى عِنْدِي Ve te΄kîd için olur ki zâ΄id olur; ke-kavlihi taʹâlâ: “فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْوَى إِلَيْهِمْ” بِفَتْحِ الْوَاوِ أَيْ تَهْوَاهُمْ Ve bu İmâm Ferrâ΄ kavlidir.

Vankulu Lugatı - إلى maddesi

إِلَى [ilâ] (hemzenin kesri ve elifin kasrıyla) Hurûf-ı cârredendir. Ve bu gâyetin müntehâsı için olur; tekûlu: خَرَجْتُ مِنَ الْكُوفَةِ إِلَى مَكَّةَ Gerek Mekke’ye duhûl bulunsun gerek bilâ-duhûl mücerred vusûl bulunsun, zîrâ nihâyet evvel-i hadde ve âhir-i hadde mütenâvildir, memnûʹ olan gâyetin haddinden tecâvüz etmedir. Ve gâh olur إِلَى [ilâ] عِنْدَ [ʹinde] maʹnâsına istiʹmâl olunur, nitekim baʹzı eşʹârda vârid olmuştur. Ve gâh olur مَعَ maʹnâsına dahi gelir; ke-kavlihim: “اَلذَّوْدُ إِلَى الذَّوْدِ إِبِلٌ” Ve ذَوْدٌ [ževd] žâl-ı muʹcemenin fethi ve vâv’ın sükûnuyla üçten ona varınca olan deveye derler. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَهُمْ إِلَى أَمْوَالِكُمْ﴾ (النساء 2) ve kâle: ﴿مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللهِ﴾ (آل عمران 52) ve ﴿وَإِذَا خَلَوْا إِلَى شَيَاطِينِهِمْ﴾ (البقرة 14) أَيْ مَعَ شَيَاطِينِهِمْ Sîbeveyhi eyitti: إِلَى kelimesinin ve عَلَى kelimesinin elifleri vâv’lardan münkalibdir, zîrâ bunların eliflerinde imâle câ΄iz değildir. Ve eger bunlarla bir recül tesmiye olunsa tesniyesinde إِلَوَانِ [ilevâni] ve عَلَوَانِ [ʹalevâni] denir. Ve kaçan bunlara zamîr muttasıl olsa elifi yâ’ya kalb edip إِلَيْكَ ve عَلَيْكَ derler ve baʹzı ʹArab hâli üzere terk edip إِلَاكَ ve عَلَاكَ derler. Ve ammâ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı