اَلْإِصْرُ [el-iṡr] (hemzenin kesriyle) ʹAhd ve peymân maʹnâsınadır. Ve bu habs maʹnâsından me΄hûzdur ki bu mâddenin asl mevzûʹudur; kesr ve ʹatf maʹnâları dahi ondan me΄hûzdur, zîrâ her birinde habs maʹnâsı mutasavverdir: Meselâ kesrde tûl ve dürüstlük hâletlerinden alıkomak ve ʹatfta istikâmetten alıkomak melhûzdur ve ʹahd ve peymânda nâkızını sevâb ve hayrâttan alıkomak mutasavverdir. Ve إِصْرٌ [iṡr]in cemʹi آصَارٌ [âṡâr] gelir, tekûlu: لاَ إِصْرَ بَيْنِي وَبَيْنَهُ ve yukâlu: بَيْنَهُمْ آصَارٌ يَرْعَوْنَهَا أَيْ عُهُودٌ Ve
إِصْرٌ [iṡr] Günâha ıtlâk olunur, mürtekibini cennetten alıkomak ʹalâkasıyla; yukâlu: بِهِ إِصْرٌ أَيْ ذَنْبٌ Ve ağırlık, ثِقَلٌ [šamp;iḵal] maʹnâsınadır; yukâlu: حَمَلَ عَنْهُمُ الْإِصْرَ أَيِ الثِّقَلَ Bu maʹnâlarda hemzenin zammı ve fethiyle de câ΄izdir. Ve
إِصْرٌ [iṡr] Bir adamı bir nesneye meyl ettiren şey΄e denir; yukâlu: هُوَ إِصْرُهُ عَلَيْهِ أَيْ مَا يَعْطِفُهُ Ve talâk yâhûd ʹıtk yâhûd nezr ile olan yemîne ıtlâk olunur, zîrâ bunlar eskal-i eymân olmakla keffâretle halâs mutasavver değildir. Kâle fi’n-Nihâye ve fi’l-hadîsi: “مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ فِيهَا إِصْرٌ فَلاَ كَفَّارَةَ لَهَا” وَهُوَ أَنْ يَحْلِفَ بِطَلاَقٍ أَوْ عَتَاقٍ أَوْ نَذْرٍ Ve
إِصْرٌ [iṡr] Kulağın deliğine denir ki küpe geçirilir. Cemʹi آصَارٌ [âṡâr] gelir hemzenin meddiyle ve إِصْرَانٌ [iṡrân] gelir hemzenin kesriyle.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı