el-iġlâl ~ اَلْإِغْلَالُ

Kamus-ı Muhit - الإغلال maddesi

اَلْإِغْلَالُ [el-iġlâl] (hemzenin kesriyle) Hıyânet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّ الرَّجُلُ إِذَا خَانَ Ve deveyi iyice kandırmayıp susuz komak maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّ الْإِبِلَ إِذَا أَسَاءَ سَقْيَهَا فَلَمْ تَرْوَ وَقَدْ غَلَّتِ الْإِبِلُ ke-mâ zukire. Ve kassâb deriyi yüzerken etini ve yağını gereği gibi sıyırmayıp deride birazını alıkomak maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّ الْجَازِرُ فِي الْجِلْدِ إِذَا أَخَذَ بَعْضَ اللَّحْمِ وَالشَّحْمِ فِي السَّلْخِ يَعْنِي وَتَرَكَ بَعْضَهُ مُلْتَزِقًا بِالْجِلْدِ Ve bir adamın koyunları pek susamak maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّ فُلَانٌ إِذَا اغْتَلَّتْ غَنَمُهُ أَيْ عَطِشَتْ Ve dere غُلَّانٌ [ġullân] dedikleri nebât bitirmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّ الْوَادِي إِذَا أَنْبَتَ الْغُلَّانَ Ve bir adamın غَلَّةٌ [ġallet] ve mahsûlu erişmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّ الْقَوْمُ إِذَا بَلَغَ غَلَّتُهُمْ Ve bir nesneye dike dike şiddetle bakmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّ الْبَصَرُ إِذَا شَدَّدَ النَّظَرَ Ve tarla mahsûl vermek maʹnâsınadır; yukâlu: أَغَلَّتِ الضِّيَاعُ إِذَا أَعْطَتِ الْغَلَّةَ Mü΄ellif bunu tekrâr eylemiştir. Ve bir adamı hıyânete nisbet eylemek maʹnâsınadır ki filân hâyindir demekten ʹibârettir; yukâlu: أَغَلَّ فُلَانًا إِذَا نَسَبَهُ إِلَى الْغُلُولِ وَالْخِيَانَةِ

Vankulu Lugatı - الإغلال maddesi

اَلْإِغْلَالُ [el-iġlâl] (hemzenin kesriyle) Hıyânet etmek, nitekim mürûr etti; yukâlu: أَغَلَّ الرَّجُلُ إِذَا خَانَ Ve fi’l-hadîsi: “لَا إِغْلَالَ وَلَا إِسْلَالَ” أَيْ لَا خِيَانَةَ وَلَا سَرِقَةَ وَقِيلَ لَا رِشْوَةَ Ve Şureyḩ radıyallâhu anhu eyitti: لَيْسَ عَلَى الْمُسْتَعِيرِ غَيْرِ الْمُغِلِّ ضَمَانٌ Yaʹnî “ʹÂriyyete alan kimse hıyânet ve gadr etmedikçe damân lâzım olmaz.” Ve Nebî’nin sallallâhu ʹaleyhi ve sellem “ثَلاَثٌ لَا يُغِلُّ عَلَيْهِنَّ قَلْبُ مُؤْمِنٍ” dediği kavlinde şol kimse ki يَغِلُّ rivâyet kıldı yâ’nın fethiyle onu hıkd maʹnâsına haml etti. Ve

إِغْلَالٌ [iġlâl] Yarakla vermeğe dahi derler; yukâlu: أَغْلَتِ الضِّيَاعُ إِذَا صَارَتْ ذَاتَ غَلَّةٍ Ve

إِغْلَالٌ [iġlâl] غَلَّةٌ [ġallet] erişmeğe dahi derler; yukâlu: أَغَلَّ الْقَوْمُ إِذَا بَلَغَتْ غَلَّتُهُمْ Ve

إِغْلَالٌ [iġlâl] Bir kimse ʹayâline galle getirmeğe dahi derler; yukâlu: فُلَانٌ يُغِلُّ عَلَى عِيَالِهِ أَيْ يَأْتِيهِمْ بِالْغَلَّةِ Ve

إِغْلَالٌ [iġlâl] Kassâb deriyi soyarken deride et komağa dahi derler; yukâlu: أَغَلَّ الْجَازِرُ فِي الْإِهَابِ إِذَا سَلَخَ فَتَرَكَ شَيْئًا مِنَ اللَّحْمِ مُلْتَزِقًا بِالْإِهَابِ Ve

إِغْلَالٌ [iġlâl] Dere غَالٌّ [ġâll] dedikleri otu bitirmeğe dahi derler; yukâlu: أَغَلَّ الْوَادِي إِذَا أَنْبَتَ الْغُلَّانَ Ve غُلَّانٌ [ġullân] غَالٌّ [ġâll]in cemʹidir, nitekim el-ân mürûr etti. Ve

إِغْلَالٌ [iġlâl] Bir nesneye dikkat-i nazarla bakmağa dahi derler; yukâlu: أَغَلَّ الرَّجُلُ بَصَرَهُ إِذَا شَدَّدَ النَّظَرَ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı