el-ḣalîṯ ~ اَلْخَلِيطُ

Kamus-ı Muhit - الخليط maddesi

اَلْخَلِيطُ [el-ḣalîṯ] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) Ortağa denir; tekûlu: هُوَ خَلِيطِي أَيْ شَرِيكِي ʹAlâ-kavlin hukûk-ı milkiyyede müşârik olana denir, su hissesi ve yol hissesi gibi; ve minhu hadîsu’ş-şufʹa: “اَلشَّرِيكُ أَوْلَى مِنَ الْخَلِيطِ وَالْخَلِيطُ أَوْلَى مِنَ الْجَارِ” Burada خَلِيطٌ [ḣalîṯ]ten murâd vech-i mezkûr üzere hukûk-ı milkiyyede müşârik olandır ve şerîkten murâd şuyûʹda yaʹnî taksîm olunmayan hissede müşârik olandır. Ve “مَا كَانَ مِنْ خَلِيطَيْنِ فَإِنَّهُمَا يَتَرَاجَعَانِ بَيْنَهُمَا بِالسَّوِيَّةِ” hadîsinde vâkiʹ خَلِيطٌ [ḣalîṯ]lerden murâd beynlerinde olan mevâşî münkasim olmayıp muhtelit olan şerîklerdir. Meselâ deve kısmının nisâb-ı zekâtı beş nefere bâlig olmaktır. Yirmi beşe kadar her beşte birer koyun verilir. Ve yirmi beşten otuz beşe kadar bir بِنْتُ مَخَاضٍ [bintu meḣâḋ] verilir. Pes iki kimsenin ber-vech-i şirket meselâ beynlerinde zekâtı koyun olan bir mikdâr deve olup şart-ı zekât tahakkukunda musaddık gelip zekâta mübâderette mecmûʹu şerîkin birinin yedinde bulunmakla ondan vâcib gelen zekâtı ahz eylese ʹale’s-seviyye öbür şerîki üzere rücûʹ eder. Şârih der ki بِالسَّوِيَّةِ ve يَتَرَاجَعَانِ kavllerinin nükteleri Nihâye-i İbn Ešamp;îr’de meşrûhtur. Ve fî hadîsi’n-nebîz: “إِنَّهُ نَهَى عَنِ الْخَلِيطَيْنِ أَنْ يُنَبَّذَا” أَيْ مَا يُنَبَّذُ مِنَ الْبُسْرِ وَالتَّمْرِ مَعًا أَوْ مِنَ الْعِنَبِ وَالزَّبِيبِ أَوْ مِنْهُ وَمِنَ التَّمْرِ وَنَحْوِ ذَلِكَ مِمَّا يُنَبَّذُ Bunda خَلِيطٌ [ḣalîṯ]lerden murâd hurmâ koruğuyla hurmâdan yâhûd yaş üzümle kuru üzümden yâhûd kuru üzümle hurmâdan ve bunlar gibi muhtelit nebz olanlardır, zîrâ envâʹ muhtelit olarak nebz olundukta şırası tez şiddetlenip serîʹan mütegayyir ve müskir olur. Şârih der ki baʹzılar hadîs-i merkûmun zâhirine ʹamel ile mutlakan خَلِيطَيْنِ [ḣalîṯayn] nebîzinin tahrîmine zâhib oldular, her ne kadar henüz şıra olup iskâr hiddetine bâlig olmamış ise de. Pes bu gûnesini şürb eden cihet-i vâhideden âsim olur. Ve baʹde-hudûsi’ş-şidde şürb eden iki cihetten âsim olur: Biri خَلِيطَيْنِ [ḣalîṯayn] şürbü ve biri müskir şürbünden olur. Ve baʹzılar terhîs edip tahrîmi iskâr ile muʹallel kıldılar. Ve

خَلِيطٌ [ḣalîṯ] Karışık ecnâs-ı nâsa ıtlâk olunur. Ve hatunun zevcine ve ibn-i ʹamme ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ خَلِيطُهَا أَيْ زَوْجُهَا وَهُوَ خَلِيطُهُ أَيِ ابْنُ عَمِّهِ Ve şol kavme ıtlâk olunur ki cümlesinin emr ve maslahatları yeksân ola, cism-i vâhid gibi olalar; yukâlu: هُمْ خَلِيطٌ إِذَا كَانَ أَمْرُهُمْ وَاحِدًا Ve مُخَالِطٌ [muḣâliṯ] maʹnâsınadır. Cemʹi خُلُطٌ [ḣuluṯ] gelir, zammeteynle ve خُلَطَاءُ [ḣuleṯâ΄] gelir, كُرَمَاءُ [kuremâ΄] vezninde; yukâlu: هُوَ خَلِيطُهُ أَيْ مُخَالِطُهُ وَهُمْ خُلُطُهُ وَخُلَطَاؤُهُ وَبَيْنَهُمْ خُلْطَةٌ Ve

خَلِيطٌ [ḣalîṯ] Saman ile yâhûd yonca ile karışık çamura denir. Ve ekşi süt ile karışık tatlı süte denir. Ve çerviş ile ve et ile karışık sâfî yağa denir.

Vankulu Lugatı - الخليط maddesi

اَلْخَلِيطُ [el-ḣalîṯ] (ḣâ’nın fethi ve lâm’ın kesri ve meddiyle) إخْتِلَاطٌ [iḣtilâṯ] eden kimse, مُخَالِطٌ [muḣâliṯ] maʹnâsına, نَدِيمٌ [nedîm] مُنَادِمٌ [munâdim] ve جَلِيسٌ [celîs] مُجَالِسٌ [mucâlis] maʹnâsına olduğu gibi. Ve bunun vâhid maʹnâsında ve cemʹ maʹnâsında istiʹmâli câ΄izdir ve gâh olur اَلْخُلَطَاءُ [el-ḣuleṯâ΄] ve اَلْخُلَّطُ [el-ḣullaṯ] üzere cemʹ olur, ḣâ’ların zammı ve lâm’ların fethi ve sânîde teşdîdiyle. Ve

خَلِيطٌ [ḣalîṯ] ʹAlefte yonca ile samanı bir yere cemʹ etmektir. Ve nebîzde ki خَلِيطَيْنِ [ḣalîṯayn]den nehy olunmuştur kuru hurmâ ile kuru üzümü ve tâze üzümle tâze hurmâyı cemʹ etmektir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı