el-ḣallet ~ اَلْخَلَّةُ

Kamus-ı Muhit - الخلة maddesi

اَلْخَلَّةُ [el-ḣallet] (ḣâ’nın fethiyle) Sirkeden bir mikdâra ve اِبْنُ مَخَاضٍ [ibnu meḣâḋ]a ve بِنْتُ مَخَاضٍ [bintu meḣâḋ]a denir, niteki zikr olundu. Ve küçük deliğe yâhûd mutlakan deliğe denir. Ve sâ΄ir kumluklardan başkaca olan kumluğa denir. Ve hamra yâhûd ekşisine denir yâhûd ekşimeyip başka gûne taʹmı mütegayyir olmuş hamra denir; cemʹinde خَلٌّ [ḣall] denir hâ’sız; yukâlu: أَتَى بِالْخَلَّةِ أَيِ الْخَمْرِ أَوْ حَامِضِهَا أَوِ الْمُتَغَيِّرَةُ بِلَا حُمُوضَةٍ Ve

خَلَّةُ [Ḣallet] Yemen’de bir karye addır. Ve hafîfe ʹavrete denir. Ve bir adamın vefâtından sonra hâlî kalan mekânına denir. Ve hâcet ve fakr u fâka maʹnâsınadır; ve minhu’l-meselu: “اَلْخَلَّةُ تَدْعُو إِلَى السَّلَّةِ” أَيِ الْفَقْرُ وَالْخَصَاصَةُ تَدْعُو إِلَى السَّرِقَةِ Yaʹnî “Zarûret-i fakr u ihtiyâc uğruluk irtikâbına mü΄eddî olur.” Ve

خَلَّةٌ [ḣallet] Hûy ve haslet maʹnâsınadır; cemʹi خِلَالٌ [ḣilâl]dir ḣâ’nın kesriyle; yukâlu: هَذِهِ خَلَّةٌ صَالِحَةٌ أَيْ خَصْلَةٌ

اَلْخُلَّةُ [el-ḣullet] (ḣâ’nın zammıyla) Bir cins dikenli meşe ağacına denir ki deve kısmının merʹâsındandır. Ve عَرْفَجٌ [ʹarfec] ağacının ormanına denir. Ve şol ota denir ki taʹmı şûr olmayıp halâvetli ola ki حَمْضٌ [ḩamḋ] mukâbilidir. İşbu خُلَّةٌ [ḣullet] deve kısmının ekmeği ve حَمْضٌ [ḩamḋ] kebâbı menzilesinedir. Ve

خُلَّةٌ [ḣullet] Şol arza denir ki ondan حَمْضٌ [ḩamḋ] olmaya, gerek خُلَّةٌ [ḣullet] olsun gerek olmasın; cemʹi خُلَلٌ [ḣulel] gelir, صُرَدٌ [ṡurad] vezninde. Ve

خُلَّةٌ [ḣullet] خَلِيلَةٌ [ḣalîlet] maʹnâsınadır ki sıdk ve samîmle yâr olan hatuna denir. Ve bir kimse tarafına muhtass olan sadâkat ve muhabbete denir ki onda aslâ خَلَلٌ [ḣalel] olmaya, gerek ʹiffet ve gerek fücûr ve deʹâret cihetiyle olsun; cemʹi خِلَالٌ [ḣilâl]dır, كِتَابٌ [kitâb] vezninde. Ve

خُلَّةٌ [ḣullet] Samîmî dosta denir, sadîk maʹnâsına; tesmiye bi’l-masdardır, müzekker ve mü΄ennese ve müfred ve cemʹe ıtlâk olunur; tekûlu: هُوَ وَهِيَ وَهُمْ خُلَّتِي أَيْ صَدِيقِي

اَلْخِلُّ [el-ḣill] ve

اَلْخِلَّةُ [el-ḣillet] (ḣâ’ların kesriyle) Samîmî ez-dil ü cân dostluğa denir; yukâlu: إِنَّهُ لَكَرِيمُ الْخِلِّ وَالْخِلَّةِ أَيِ الْمُصَادَقَةِ وَالْإِخَاءِ Ve

خِلٌّ [ḣill] (kezâlik ḣâ’nın kesriyle ve zammıyla) Sadîk-i muhtassa denir ki bir adamın samîmî yârıdır. Ve ʹinde’l-baʹz وُدٌّ [vudd] kelimesine mukârin olmadıkça zamm-ı ḣâ’yla خُلٌّ ıtlâk olunmaz. Cemʹi أَخْلَالٌ [aḣlâl] gelir; tekûlu: كَانَ فُلَانٌ لِي وُدًّا وَخُلًّا وَهُوَ بِالْكَسْرِ وَالضَّمِّ أَيْ صَدِيقًا مُخْتَصًّا أَوْ لَا يُضَمُّ إِلَّا مَعَ وُدٍّ

Vankulu Lugatı - الخلة maddesi

اَلْخَلَّةُ [el-ḣallet] (ḣâ’nın fethi ile) Hûy ve haslet maʹnâsına. Ve

خَلَّةٌ [ḣallet] Hâcete ve fakra dahi derler. Ve

خَلَّةٌ [ḣallet] اِبْنُ مَخَاضٍ [ibn meḣâḋ]a ve بِنْتُ مَخَاضٍ [bintu meḣâḋ] dahi derler, Aṡmaʹî rivâyeti üzere ki إِبْنُ مَخَاضٍ [ibn meḣâḋ] bir yaşında olan deve yavrusudur; yukâlu: أَتَاهُمْ بِقُرْصٍ كَأَنَّهُ فِرْسِنُ خَلَّةٍ Ve فِرْسِنٌ [firsin] fâ’nın ve sîn’in kesriyle deve ayağına derler. Ve

خَلَّةٌ [ḣallet] Gediğe dahi derler, rahne maʹnâsına; yukâlu li’l-meyyiti: أَللَّهُمَّ اسْدُدْ خَلَّتَهُ أَيِ الثُّلْمَةَ الَّتِي تَرَكَ Ve ثُلْمَةٌ [šamp;ulmet] šamp;â΄-i müsellesenin zammı ile gedik maʹnâsınadır. Ve

خَلَّةٌ [ḣallet] Ekşi şarâba dahi derler, hamr-ı hâmiza maʹnâsına.

اَلْخُلَّةُ [el-ḣullet] (ḣâ’nın zammı ile) Şûr olmayan yerde biten ot; yukâlu: اَلْخُلَّةُ خُبْزُ الْإِبِلِ وَالْحَمْضُ فَاكِهَتُهَا وَيُقَالُ لَحْمُهَا Ve

خُلَّةٌ [ḣullet] Dosta dahi derler, خَلِيلٌ [ḣalîl] maʹnâsına ki onda müzekkerle mü΄ennes berâber olur, zîrâ خُلَّةٌ [ḣullet] aslında masdar idi.

اَلْخِلَّةُ [el-ḣillet] (ḣâ’nın kesriyle) Şol gılâfa derler ki altınla yâ gayrı nesne ile münakkaş olan kılıç kınların onun içine korlar hıfz etsin diye. Ve

خِلَّةٌ [ḣillet] Kezâlik şol kayışlardır ki yayın başın onunla hıfz ederler. Ve

خِلَّةٌ [ḣillet] Şol taʹâma derler ki diş arasında kalır. Ve

خِلَّةٌ [ḣillet] Dosta dahi derler, sadîk maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı