ṯall ~ طَلٌّ

Kamus-ı Muhit - طل maddesi

اَلطَّلُّ [eṯ-ṯall] (ṯâ’nın fethi ve lâm’ın teşdîdiyle) Zaʹîf ve fersiz yağmura denir, ʹalâ-kavlin yağmur kısmının pek hafîf ve zaʹîf olanına denir ki çisinti taʹbîr olunur. Ve ʹalâ-kavlin çiğ ve şebnem taʹbîr olunan rutûbete denir yâhûd ondan ziyâdece ve yağmurdan aşağıca yağan yağmura denir; cemʹi طِلَالٌ [ṯilâl]dir ṯâ’nın kesriyle ve طِلَلٌ [ṯilal]dır, عِنَبٌ [ʹineb] vezninde; yukâlu: وَقَعْنَا الطَّلَّ أَيِ الْمَطَرَ الضَّعِيفَ أَوْ هُوَ أَخَفُّ الْمَطَرِ وَأَضْعَفُهُ أَوِ النَّدَى أَوْ فَوْقَهُ وَدُونَ الْمَطَرِ Ve

طَلٌّ [ṯall] İnsâna ʹaceb verecek hûb ve latîf dil-keş nesneye ıtlâk olunur; yukâlu: لَيْلٌ وَشَعْرٌ وَمَاءٌ وَحَدِيثٌ طَلٌّ أَيْ حَسَنٌ مُعْجِبٌ Ve süte ıtlâk olunur; yukâlu: سَقَانَا طَلًّا أَيْ لَبَنًا Ve yaşlı pîr adama ıtlâk olunur, zaʹf-ı vücûdu tasavvuruyla; yukâlu: رَجُلٌ طَلٌّ أَيْ كَبِيرٌ سِنًّا Ve yılana denir, حَيَّةٌ [ḩayyet] maʹnâsına; bunda kesr ile de zebân-zededir. Ve

طَلٌّ [ṯall] Masdar olur, dâyinin hakkını vermeyip uzatmak maʹnâsına; yukâlu: طَلَّ غَرِيمَهُ طَلًّا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا مَطَلَهُ Ve nâkanın sütü azalmağa denir; ṯâ’nın zammıyla da lügattır. Ve ʹunf ve şiddetle deve sürmek maʹnâsınadır; yukâlu: طَلَّ الْإِبِلَ طَلًّا إِذَا سَاقَهَا عَنِيفًا Ve kan heder olmak, ʹalâ-kavlin intikâmı alınmayıp öylece kalmak maʹnâsınadır. Bu maʹnâda mechûl sîgasıyla ekserdir; yukâlu: طَلَّ دَمُهُ وَطُلَّ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ يَطَلُّ كَيَزَلُّ يَعْنِي مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَكَيَمَلُّ يَعْنِي مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا هَدَرَ أَوْ لَمْ يُثْأَرْ بِهِ Ve bir adamın hakkını ibtâlle noksân vermek maʹnâsınadır; yukâlu: طَلَّهُ حَقَّهُ طَلًّا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا نَقَصَهُ إِيَّاهُ وَأَبْطَلَهُ Ve

طَلٌّ [ṯall] Semizliğe ve rutûbet-i bedene ıtlâk olunur; yukâlu: مَا بِالنَّاقَةِ طَلٌّ أَيْ طِرْقٌ Ve yere طَلٌّ [ṯall] dedikleri rutûbet-i mezkûre yağmak maʹnâsınadır; yukâlu: طُلَّتِ الْأَرْضُ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ إِذَا نَزَلَ عَلَيْهَا الطَّلُّ Ve tılâ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: طَلَّهُ بِالدُّهْنِ إِذَا طَلَاهُ بِهِ Ve dâyinin hakkını katʹâ vermeyip üzerine yatmak maʹnâsınadır; yukâlu: طَلَّ فُلَانًا حَقَّهُ إِذَا مَنَعَهُ Ve

طَلٌّ [ṯall] ve

طُلُولٌ [ṯulûl] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Demi heder eylemek maʹnâsınadır; tekûlu: طَلَلْتُ الدَّمَ طَلًّا وَطُلُولًا أَيْ أَهْدَرْتُهُ

Vankulu Lugatı - طل maddesi

اَلطِّلَالُ [eṯ-ṯilâl] (ṯâ’nın kesriyle) Cemʹi, zikr olunan yağmurlar maʹnâsına. Ve

طَلٌّ [ṯall] Yağmur ıslatmağa dahi derler; yukâlu: طُلَّتِ الْأَرْضُ عَلَى الْبِنَاءِ لِلْمَجْهُولِ وَطَلَّهَا النَّدَى Ve نَدًى [nedâ] nûn’un fethi ve elifin kasrıyla nem maʹnâsınadır. Ve

طَلٌّ [ṯall] Kanı heder kılmağa dahi derler; yukâlu: طَلَّ اللهُ دَمَهُ أَيْ أَهْدَرَهُ وَلَا يُقَالُ طَلَّ دَمُهُ عَلَى الْبِنَاءِ لِلْمَعْلُومِ وَأَبُو عُبَيْدَةَ وَالْكِسَائِيُّ يَقُولَانِهِ وَقَالَ أَبُو عُبَيْدَةَ فِيهِ ثَلَاثُ لُغَاتٍ طَلَّ دَمُهُ وَطُلَّ دَمُهُ وَأُطِلَّ دَمُهُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı