اَلْإِقْطَاعُ [el-iḵṯâʹ] (hemzenin kesriyle) Bâg çubuğın yâhûd gayrı nesneyi kesmeğe izn vermek; yukâlu: أَقْطَعْتُهُ قُضْبَانًا مِنَ الْكَرْمِ أَيْ أَذِنْتُ لَهُ فِي قَطْعِهَا Ve قُضْبَانٌ [ḵuḋbân] ḵâf’ın zammıyla قَضِيبٌ [ḵaḋîb]in cemʹidir, budaklar maʹnâsına; ve yukâlu eyzan: هَذَا الثَّوْبُ يُقْطِعُكَ قَمِيصًا أَيْ يَسَعُ لَكَ أَنْ تَقْطَعَهُ قَمِيصًا Ve bir mikdâr yer vermeğe dahi derler; yukâlu: أَقْطَعْتُهُ قَطِيعَةً أَيْ طَائِفَةً مِنْ أَرْضِ الْخَرَاجِ Ve
إِقْطَاعٌ [iḵṯâʹ] Bir kimsenin hucceti, delîl-i hakkla munkatıʹ olmağa dahi derler bir haysiyyetle ki mebhût ola, cevâb vermeğe kâdir olmaya; yukâlu: أَقْطَعَ الرَّجُلُ إِذَا انْقَطَعَتْ حُجَّتُهُ وَبَكَّتُوهُ بِالْحَقِّ فَلَمْ يُجِبْ Ve
إِقْطَاعٌ [iḵṯâʹ] Bir nesneyi kendinden munkatıʹ etmeğe dahi derler; tekûlu: أَقْطَعْتُ الشَّيْءَ إِذَا انْقَطَعَ عَنْكَ Ve
إِقْطَاعٌ [iḵṯâʹ] Yağmur kesilmeğe ve tavuk yumurtasın kesmeğe de derler; yukâlu: أَقْطَعَتِ الْغَيْثُ وَأَقْطَعَتِ الدَّجَاجَةُ مِثْلُ أَقَفَّتْ ki إِقْفَافٌ [iḵfâf] (ḵâf’la ve fâ΄eyn ile tavuk yumurtasın kesmeğe derler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı