efvâh ~ أَفْوَاهٌ

Kamus-ı Muhit - أفواه maddesi

اَلْأَفْوَاهُ [el-efvâh] (hemzenin fethiyle) فُوهٌ [fûh]-ı âtî cemʹidir, taʹâma lezzet için kattıkları fülfül ve kemmûn makûlesi nesnelere denir, تَوَابِلُ [tevâbil] maʹnâsına. Ve tîb katıntısına denir ki tîbe katmakla râyihasını hoş edecek nesnelerden ʹibârettir, Fârisîde tîb-efrâz derler; yukâlu: عِنْدَهُ أَفْوَاهُ الطِّيبِ أَيْ نَوَافِحُهُ Ve elvân ve gûnâgûn şükûfelere ıtlâk olunur; yukâlu: جَاءَ وَبِيَدِهِ أَفْوَاهُ النَّوْرِ أَيْ أَلْوَانُهُ وَضُرُوبُهُ Ve mutlakan her şey΄in envâʹ ve asnâfına ıtlâk olunur; yukâlu: قَدْ أَصَابَ الْمَالَ مِنْ أَفْوَاهِ الْبَقْلِ أَيْ أَصْنَافِهِ وَأَنْوَاعِهِ Ve أَفْوَاهٌ [efvâh] lafzının müfredi فُوهٌ [fûh]tur fâ’nın zammıyla, سُوقٌ [sûḵ] vezninde ve cemʹü’l-cemʹi أَفَاوِيهُ [efâvîh] gelir. Ve

أَفْوَاهٌ [efvâh] Zikr olunduğu üzere ağız maʹnâsına olan فُوهٌ [fûh] lafzının cemʹidir ki ağızlar demektir. Bu münâsebetle bir nesnenin evâ΄iline ıtlâk olunur, niteki أَرْجُلٌ [ercul] evâhirine ıtlâk olunur; ve minhu yukâlu: دَخَلُوا فِي أَفْوَاهِ الْبَلَدِ أَيْ أَوَائِلِهِ وَخَرَجُوا مِنْ أَرْجُلِهِ أَيْ أَوَاخِرِهِ Ve ʹArablar bir adam bir hoş kelâm yâhûd bir berceste şiʹr söylese duʹâ makâmında لَا فُضَّ فُوهُ derler, لَا فُضَّ ثَغْرُهُ demektir; hâliyyet ve mahalliyyet ʹalâkasıyla yaʹnî “Dişleri rahne-dâr olmasın, dâ΄imâ böylece dürüst sözler söylesin” demektir ki merciʹi tûl-i ʹömrüne duʹâdır. Ve tekûlu’l-ʹArab: مَاتَ لِفِيهِ أَيْ لِوَجْهِهِ ve yukâlu: سَقَطَ لِفِيهِ أَيْ لِوَجْهِهِ Bunlarda lâm عَلَى maʹnâsınadır ki “Ağzı üzere yaʹnî yüzü üzere kapanıp düştü.” Pes ʹalâka cüz΄iyyet ve külliyyet olur. Ve yukâlu: لَوْ وَجَدْتُ إِلَيْهِ فَا كَرِشٍ أَيْ أَدْنَى طَرِيقٍ Yaʹnî “Ona işkenbe ağzı kadar yolcağızda bulur isen hemân tevakkuf eylemeyip iḵtiḩâm eyle” demektir. Ve bu mesel “ك،ر،ش” mâddesinde dahi güzerân eyledi. Ve yukâlu: فَاهَا لِفِيكَ أَيْ جَعَلَ اللهُ فَمَ الدَّاهِيَةِ بِفَمِكَ Bu mesel bed-duʹâ mevkiʹinde îrâd olunur. فَاهَا zamîri دَاهِيَةٌ [dâhiyet]e râciʹdir, münevven değildir, efʹâli muzmer olan masâdır mecrâsına icrâ olunmuştur, murâd “Beliyye ve dâhiye dâ΄imâ sana karîn ve mukâbil olsun!” demektir. Ve yukâlu: سَقَى فُلَانٌ إِبِلَهُ عَلَى أَفْوَاهِهَا أَيْ نَزَعَ لَهَا الْمَاءَ وَهِيَ تَشْرَبُ Yaʹnî “Develere mukaddemâ havuzda su ihzâr eylemeyip bakiyyeyi içmeğe başladıklarında kuyudan su çekmeğe mübâderet eyledi” ki o vaktte elinde olan kovaya ve kaba üşüntü ederler. Ve yukâlu: جَرَّ فُلَانٌ إِبِلَهُ عَلَى أَفْوَاهِهَا أَيْ تَرَكَهَا تَرْعَى وَتَسِيرُ Yaʹnî “Develeri müseyyeb eylemekle kendi başlarına gezip otlar oldular.”

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı