اَلسَّقَطُ [es-seḵaṯ] (fethateynle) Bir nesneden iskât olunan şey΄e denir; yukâlu: هُوَ سَقَطُهُ أَيْ مَا أُسْقِطَ مِنْهُ Ve bir işe yaramayıp aslâ hayr ve menfaʹati olmayan nesneye ıtlâk olunur; cemʹi أَسْقَاطٌ [esḵâṯ]tır; yukâlu: هُوَ سَقَطٌ أَيْ لاَ خَيْرَ فِيهِ وَهُوَ مِنْ أَسْقَاطِ النَّاسِ Ve rüsvâylığa denir; yukâlu: مَا هَذَا السَّقَطُ أَيِ الْفَضِيحَةُ Ve metâʹın alçağına ve kemterine denir; yukâlu: هُوَ يَبِيعُ سَقَطَ الْمَتَاعِ أَيْ رَدِيئَهُ Ve hisâbda ve kelâm ve kitâbette vâkiʹ olan zelle ve hatâya ıtlâk olunur; yukâlu: فِي حِسَابِهِ وَفِي كَلاَمِهِ وَكِتَابِهِ سَقَطٌ وَسِقَاطٌ أَيْ خَطَأٌ
اَلسَّقْطُ [es-saḵṯ] (sîn’in harekât-ı selâsıyla) Hılkati nâ-tamâm olan düşüğe denir; yukâlu: أَلْقَتْ سَقْطًا مَيِّتًا وَهُوَ الْوَلَدُ لِغَيْرِ تَمَامٍ Ve
سَقْطُ الزَّنْدِ [saḵṯu’z-zend] Çakmak çakarken sıçrayıp düşen kıvılcımlara denir. Bedevîlerin çakmakları ağaçtan olmakla henüz çakması müstahkem olmazdan mukaddem aralığına sıçrayıp düşer. Ve bu müzekkerdir, mü΄ennes dahi olur. Ve
سَقْطُ الرَّمْلِ [saḵtu’r-reml] مَسْقَطٌ [mesḵaṯ] gibi ʹazîm kumluğun galebe ve kesreti nihâyet bulup inceldiği yerine ıtlâk olunur; yukâlu: هَذَا سَقْطُ الرَّمْلِ وَمَسْقَطُهُ أَيْ حَيْثُ انْقَطَعَ مُعْظَمُهُ
اَلسِّقْطُ [es-siḵṯ] (sîn’in kesriyle) Çadırın ve alaçuğun bir nâhiyesine ıtlâk olunur; yukâlu: قَعَدَ عَلَى سِقْطِ الْخِبَاءِ أَيْ نَاحِيَتِهِ Ve kuşun kanadına ıtlâk olunur; yukâlu: خَفَقَ الطَّائِرُ بِسِقْطَيْهِ أَيْ بِجَنَاحَيْهِ Ve
سِقْطُ السَّحَابِ [siḵṯu’s-seḩâb] Bulutun uçlarına ve eteklerine ıtlâk olunur ki ufktan sarkıp yere düşmüş gibi görünür; yukâlu: أَرْخَتِ السَّحَابَةُ سِقْطَهَا أَيْ طَرْفَهَا يَعْنِي هَيْدَبَهَا وَذَيْلَهَا
اَلسَّقَطُ [es-seḵat] (fethateynle) Metâʹın yaramazıdır. Ve
سَقَطٌ [seḵat] Kitâbda ve hisâbda galat etmeğe dahi derler; tekûlu: أَسْقَطَ فِي كَلَامِهِ وَتَكَلَّمَ بِكَلَامٍ فَمَا سَقَطَ بِحَرْفٍ وَمَا أَسْقَطَ حَرْفًا Yaʹḵûb eyitti: Mezbûrun istiʹmâli دَخَلْتُ بِهِ وَأَدْخَلْتُهُ ve خَرَجْتُ بِهِ وَأَخْرَجْتُهُ ve عَلَوْتُ بِهِ وَأَعْلَيْتُهُ gibidir.
اَلسِّقْطُ [es-siḵṯ] (sîn’in kesriyle ve ḵâf’ın sükûnuyla) Şol veleddir ki müddet-i vilâdet tamâm olmadan düşe. Ve
سِقْطُ الرَّمْلِ [siḵṯu’r-reml] Kumun nihâyet bulduğu yer, munkataʹu’r-reml maʹnâsına. Bunun ikisinde dahi üç lügat vardır, biri سِقْطٌ [siḵṯ] kesr-i sîn’le nitekim mürûr etti ve biri dahi zammıyla ve biri dahi fethiyle. Ve
سِقْطُ النَّارِ [siḵṯu’n-nâr] Şol şerârdır ki çakmak çakarken zâhir olur. Bunda üç lügat vardır, kesr ve zamm ve feth, nitekim mürûr etti. Ve Ferrâ eyitti: سِقْطُ النَّارِ mü΄ennes ve müzekker olur. Ve
سِقْطُ السَّحَابِ [siḵṯu’s-seḩâb] Şol bulut ucudur ki yere değmiş gibi görüne nâhiye-i ufkta.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı