el-işʹâr ~ اَلْإِشْعَارُ

Kamus-ı Muhit - الإشعار maddesi

اَلْإِشْعَارُ [el-işʹâr] (hemzenin kesriyle) Bir adama bir nesneyi bildirmek ve âgâh eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَشْعَرَهُ الْأَمْرَ وَبِهِ إِذَا أَعْلَمَهُ Ve çizme makûlesi nesnenin koncu içre kıl döşemek maʹnâsınadır ki bedevî Aʹrâbın astarları yerindedir; yukâlu: أَشْعَرَ الْخُفَّ إِذَا بَطَّنَهُ بِشَعْرٍ Ve anası karnında olan yavru kıllanmak ve tüylenmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَشْعَرَ الْجَنِينُ إِذَا نَبَتَ عَلَيْهِ الشَّعْرُ Ve hayvân kısmı tüylenmiş yavru düşürmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَشْعَرَتِ النَّاقَةُ إِذَا أَلْقَتْ جَنِينَهَا وَعَلَيْهِ شَعْرٌ Ve bir kimseye شِعَارٌ [şiʹâr] giydirmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَشْعَرَهُ الشِّعَارَ إِذَا أَلْبَسَهُ غَيْرُهُ Ve derûne gam ve tasa yapışmak maʹnâsına müstaʹmeldir ki gûyâ bedende olan kıl mesâbesinde olur; yukâlu: أَشْعَرَ الْهَمُّ قَلِبْي إِذَا لَزِقَ بِهِ Ve bir şey΄i bir şey΄e yapıştırmak maʹnâsına müteʹaddî olur; yukâlu: أَشْعَرَهُ بِهِ إِذَا أَلْزَقَهُ بِهِ Ve cenkte her fırka şiʹârlarıyla nidâ eylemek ʹalâ-kavlin her fırka birbirini bilip tanımak için kendilerine şiʹâr vazʹ ve taʹyîn kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَشْعَرَ الْقَوْمُ إِذَا نَادَوْا بِشِعَارِهِمْ أَوْ جَعَلُوا لِأَنْفُسِهِمْ شِعَارًا Ve hacc menâsikinden kurbân devesine iʹlâm için ʹalâmet ve nişân eylemek maʹnâsınadır ki murâd hörgücünün sağ tarafını bıçakla bir mikdâr şakk edip yâhûd bir nesne ile dürtüp kanatırlar, tâ ki kurbânlık olduğuna nişân ola; yukâlu: أَشْعَرَ الْبَدَنَةَ إِذَا أَعْلَمَهَا وَهُوَ أَنْ يَشُقَّ جِلْدَهَا أَوْ يَطْعَنَهَا حَتَّى يَظْهَرَ الدَّمُ Ve temrene ve bıçağa pirâzvâne geçirmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَشْعَرَ النِّصَابَ وَالنَّصْلَ إِذَا جَعَلَ لَهَا شَعِيرَةً

Vankulu Lugatı - الإشعار maddesi

اَلشَّعَارُ [eş-şeʹâr] (şîn’in fethiyle) Ağaçtır, şecer maʹnâsına; yukâlu: أَرْضٌ كَثِيرَةُ الشَّعَارِ Ve

اَلْإِشْعَارُ [el-işʹâr] (hemzenin kesri ve şîn’in sükûnuyla) Kurbâna kurbân olduğın bilmek için ʹalâmet komaktır; yukâlu: أُشْعِرَ الْهَدْيُ إِذَا طُعِنَ فِي سَنَامِهِ الْأَيْمَنِ حَتَّى تَسِيلَ مِنْهُ الدَّمُ لِيُعْلَمَ أَنَّهُ هَدْيٌ Yaʹnî hörgücünün sağ cânibin dürterler tâ ki akan kandan onun kurbân olduğun bileler. Ve fi’l-hadîsi: “أُشْعِرَ أَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ” أَيْ شُجَّ كَأَنَّهُ مَجَازٌ مِنَ الْمَعْنَى الْأَوَّلِ Ve

إِشْعَارٌ [işʹâr] Bir nesneyi bir nesneye yapıştırmağa dahi derler; yukâlu: أَشْعَرَ الرَّجُلُ هَمَّا أَيْ لَزِقَ بِمَكَانِ الشِّعَارِ مِنَ الثِّيَابِ بِالْجَسَدِ Yaʹnî “Gussa ona lâzım kılındı شِعَارٌ [şiʹâr] bedene mülâzım ve mülâsık kılındığı gibi”. Ve

إِشْعَارٌ [işʹâr] Bıçağa pirezvâne kılmağa da derler; yukâlu: أَشْعَرْتُ السِّكِّينَ أَيْ جَعَلْتُ لَهُ شَعِيرَةً Ve bildirmeğe dahi derler; yukâlu: أَشْعَرْتُهُ فَشَعَرَ أَيْ أَدْرَيْتُهُ فَدَرَى Ve شِعَارٌ [şiʹâr] giydirmeğe de derler; yukâlu: أَشْعَرْتُهُ أَيْ أَلْبَسْتُهُ الشِّعَارَ ve yukâlu: أَشْعَرَهُ فُلَانٌ شَرًّا أَيْ غَشِيَهُ بِهِ وَأَشْعَرَ الْحُبُّ مَرَضًا Ve karında olan cenîn kıllanmağa dahi derler; yukâlu: أَشْعَرَ الْجَنِينُ Ve fi’l-hadîsi: “زَكَاةُ الْجَنِينِ زَكَاةُ أُمِّهِ إِذَا أَشْعَرَ”

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı