el-ferâş ~ اَلْفَرَاشُ

Kamus-ı Muhit - الفراش maddesi

اَلْفَرَاشُ [el-ferâş] (سَحَابٌ [seḩâb] vezninde) Şol balçığa ıtlâk olunur ki su çekildikten sonra yer üzere kuruyup kalmış ola. Ve

فَرَاشُ النَّبِيذِ [ferâşu’n-nebîž] Üzerinde kalan kabarcıklara ıtlâk olunur; yukâlu: مَا أَلْطَفَ فَرَاشَ النَّبِيذِ وَهُوَ الْحَبَبُ الَّذي يَبْقَى عَلَيْهِ Ve

فَرَاشَانِ [ferâşân] (tesniye bünyesiyle) Lisânın altında olan iki siyâh damara ıtlâk olunur ki dil altı olanlar onlardan fasd ederler. Ve at uyanında vâkiʹ iki demire ıtlâk olunur ki uyanın iki taraflı عِذَارٌ [ʹižâr]ları onlara bend olunur.

اَلْفَرْشُ [el-ferş] (عَرْشٌ [ʹarş] vezninde) ve

اَلْفِرَاشُ [el-firâş] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Bir nesneyi yaymak ve döşemek maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَشَ الشَّيْءَ فَرْشًا وَفِرَاشًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا بَسَطَهُ Ve bir kimseye bir işi tazyîk eylemeyip meydânlı kılmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: فَرَشَهُ أَمْرًا إِذَا أَوْسَعَهُ إِيَّاهُ Ve

فَرْشٌ [ferş] Metâʹ-ı beytten döşeme taʹbîr olunan şey΄e denir, kilim ve keçe ve kalîçe gibi, مَفْرُوشٌ [mefrûş] maʹnâsınadır; yukâlu: لَهُ فَرْشٌ كَثِيرٌ أَيْ مَفْرُوشٌ مِنْ مَتَاعِ الْبَيْتِ Ve yaprakları yer yüzüne doğru döşenmiş ekine ıtlâk olunur. Ve geniş ʹarsa ve meydâna ıtlâk olunur; yukâlu: فَضَاءٌ فَرْشٌ أَيْ وَاسِعٌ Ve nebâtı çok mahalle ıtlâk olunur; yukâlu: مَوْضِعٌ فَرْشٌ Ve hurde develere ıtlâk olunur; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿وَمِنَ الْأَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًا﴾ ve yukâlu: مَا عِنْدَهُ إِلاَّ فَرْشٌ مِنَ الْإِبِلِ أَيِ الصِّغَارُ Ve ağaç ve odun makûlesinin hurdelerine ve küçüklerine ıtlak olunur; yukâlu: مَا بِالْأَرْضِ إِلاَّ فَرْشٌ مِنَ الشَّجَرِ وَالْحَطَبِ أَيْ دِقٌّ صِغَارٌ Bunların mecmûʹunda müfredi mesmûʹ değildir. Ve

فَرْشٌ [ferş] Bir nesneyi yere yayıp dağıtmak maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَشَ الشَّيْءَ إِذَا بَثَّهُ Ve

فَرْشٌ [ferş] Zebhten gayrı istiʹmâle sâlih olmayan sığır ve koyun ve keçilere ıtlâk olunur, hîn-i zebhte yere mefrûş oldukları için; yukâlu: لَهُ فَرْشٌ مِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ أَيِ الَّتِي لاَ تَصْلُحُ إِلاَّ لِلذَّبْحِ Ve deve kısmının ayakları fi’l-cümle vüsʹatli ve meydânlı olmak hâletine denir ki bu sıfât-ı memdûhadandır, zîrâ pek vâsiʹ olunca ökçeleri birbirine çarpılıp dokunur; yukâlu: فِي رِجْلِ الْبَعِيرِ فَرْشٌ أَيِ اتِّسَاعٌ قَلِيلٌ Ve yalan söze denir. Ve yalan söylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: مَا قَوْلُهُ إِلاَّ فَرْشٌ أَيْ كَذِبٌ ve yukâlu: فَرَشَ الرَّجُلُ إِذَا كَذَبَ Ve

فَرْشٌ [Ferş] ʹAmîsu’l-Ḩamâ΄im nâm mevziʹle Ṡuḣayrâtu’l-Yemâme beyninde bir vâdî ismidir ki Resûl-i ekrem sallallâhu ʹaleyhi ve sellem hazretleri Bedr gazâsına ʹazîmetlerinde oraya nâzîl oldular. Ve

فَرْشُ الْجَبَى [Ferşu’l-Cebâ] (cîm’in fethi ve elifin kasrıyla) Bir mevziʹdir. Ve

فَرْشٌ [ferş] Bir kimseye döşek yaymak maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَشَ فُلاَنًا فَرْشًا إِذَا بَسَطَهُ لَهُ

Vankulu Lugatı - الفراش maddesi

اَلْفَرَاشُ [el-ferâş] (fâ’nın fethiyle) فَرَاشَةٌ [ferâşet]in cemʹi, pervâneler maʹnâsına. Ve

فَرَاشُ نَبِيذٍ [ferâşu nebîž] Şol dânedir ki şarâbın üzerinde olur. Ve ter dânesine dahi derler, katre-i ʹarak maʹnâsına. Ve

فَرَاشٌ [ferâş] Şol balçığa da derler ki su çekildikten sonra yer üzerinde kuruyup kalmış ola.

اَلْفِرَاشُ [el-firâş] (fâ’nın kesriyle) Döşek.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı