اَلْوِلَايَةُ [el-vilâyet] (vâv’ın kesriyle) Bir nesnenin sâhibi olmak; yukâlu: وَلِيَ الْوَالِي الْبَلَدَ وَوَلِيَ الرَّجُلُ الْبَيْعَ وِلَايَةً فِيهِمَا ve yukâlu: فُلَانٌ وَلِيَ وَوُلِيَ عَلَيْهِ كَمَا يُقَالُ سَاسَ وَسِيسَ عَلَيْهِ Yaʹnî gâh mahkûmün ʹaleyh olur ve gâh hâkim olduğu için وِلَايَةٌ [vilâyet]e ahakktır, reʹâyâ hâlin bilir. Ve
وِلَايَةٌ [vilâyet (kesr-i vâv’la) Galebe maʹnâsına dahi gelir, سُلْطَانٌ [sulṯân] gibi, İbnu’s-Sikkît rivâyeti üzere. Ve
وَلَايَةٌ [velâyet] ve
وِلَايَةٌ [vilâyet] (feth-i vâv ve kesr-i vâv’la) Nusret maʹnâsına. Ve
وِلَايَةٌ [vilâyet] Müctemiʹ olan kimselere dahi derler; yukâlu: هُمْ عَلَيَّ وِلَايَةٌ أَيْ [مُجْتَمِعُونَ] فِي النُّصْرَةِ Ve Sîbeveyhi eyitti: وَلَايَةٌ [velâyet] fethle masdar, kesrle ismdir, إِمَارَةٌ [imâret] ve نِقَابَةٌ [niḵâbet] gibi, zîrâ وِلَايَةٌ [vilâyet] ismidir, vâlî olup üzerine durduğun nesnenin. Pes kaçan masdar dileseler vâv’ı meftûh kılarlar dedi.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı