el-iʹḵâb ~ اَلْإِعْقَابُ

Kamus-ı Muhit - الإعقاب maddesi

اَلْإِعْقَابُ [el-iʹḵâb] (hemzenin kesriyle) Bir kimse yerine halef olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَعْقَبَهُ إِعْقَابًا إِذَا خَلَفَهُ Ve davara binmekte nöbetleşmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَعْقَبَ زَيْدٌ عَمْرًا إِذَا رَكِبَا بِالنَّوْبَةِ Mü΄ellifin siyâk-ı taʹbîrinden vech-i mezkûr üzere gerçi hasâ΄isten olmak münfehim olup lâkin عُقْبَةٌ [ʹuḵbet] mutlâkan nöbet maʹnâsına olduğundan ʹale’l-ıtlâk münâvebe maʹnâsına olmak mülâyimdir, zîrâ bir nesnede ehadühümâ âheri muʹâkib olur. Ve

إِعْقَابٌ [iʹḵâb] Bir kimseye ʹivaz ve cezâ vermek maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: أَعْقَبَهُ أَيْ جَازَاهُ Ve bir kişi vefât edip evlâdını terk eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَعْقَبَ الرَّجُلُ إِذَا مَاتَ وَخَلَّفَ عَقِبًا أَيْ وَلَدًا Ve ʹâriyet çömlek alan kimse içinde bir mikdâr taʹâm bakiyyesiyle sâhibine redd eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَعْقَبَ مُسْتَعِيرُ الْقِدْرِ إِذَا رَدَّهَا وَفِيهَا الْعُقْبَةُ

Vankulu Lugatı - الإعقاب maddesi

اَلْإِعْقَابُ [el-iʹḵâb] Nevbet kullanmak; tekûlu: أَعْقَبْتُ الرَّجُلَ إِذَا رَكِبْتَ عُقْبَةً وَرَكِبَ هُوَ عُقْبَةً Yaʹnî kaçan davara bir nevbet o binse ve bir nevbet sen binsen böyle dersin: mislu: اَلْمُعَاقَبَة Ve ehl-i ʹArabiyyetin اَلْعَرَبُ يُعْقِبُ بَيْنَ الْفَاءِ وَالثَّاءِ وَيُعَاقِبُ، مِثْلُ جَدَثٍ وَجَدَفٍ dedikleri kelâmlarında إِعْقَابٌ [iʹḵâb] ve مُعَاقَبَةٌ [muʹâḵabet] bu maʹnâyadır. Ve جَدَثٌ [cedešamp;] ve جَدَفٌ [cedef] kabr maʹnâsınadır. Ve

إِعْقَابٌ [iʹḵâb] Mücâzâta dahi derler; yukâlu: أَعْقَبَهُ بِطَاعَتِهِ أَيْ جَازَاهُ Ve

إِعْقَابٌ [iʹḵâb] Bir kimse vefât edip veledin halef komağa da derler. Ve evkât-ı muʹayyenede birbiri ardınca gelmeğe dahi derler; yukâlu: أَعْقَبَهُ الطَّائِفُ Yaʹnî “Ina cünûn evkât-ı muʹayyenesinde geldi.” Ve طَائِفٌ [ṯâ΄if] şol hayâle derler ki vesveseden ve cünûndan hâsıl olur. Ve

إِعْقَابٌ [iʹḵâb] İki yıldız birbiri ardınca doğmağa dahi derler; yukâlu: هَذَا النَّجْمُ يُعْقِبُ ذَاكَ النَّجْمَ أَيْ يَطْلُعُ بَعْدَهُ Ve

إِعْقَابٌ [iʹḵâb] Mûris olmağa dahi derler; yukâlu: أَكَلَ أَكْلَةً أَعْقَبَهُ سُقْمًا Yaʹnî “Bir taʹâm yedi ki ona marazı mûris oldu.” Ve halîfe olmağa dahi derler; yukâlu: ذَهَبَ فُلَانٌ فَأَعْقَبَهُ ابْنُهُ إِذَا خَلَفَهُ وَهُوَ مِثْلُ عَقَبَهُ Ve

إِعْقَابٌ [iʹḵâb] Çömleği ʹâriyyetî alan çömlek sâhibine taʹâm alıkomağa dahi derler; yukâlu: أَعْقَبَ مُسْتَعِيرُ الْقِدْرِ أَيْ رَدَّهَا وَفِيهَا الْعُقْبَةُ Ve عُقْبَةٌ [ʹuḵbet] ʹayn’ın zammıyla bâkî kalan taʹâmdır, ʹalâ-mâ merre.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı