اَلْعُتُوكُ [el-ʹutûk] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Yalnızca gitmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَ فِي الْأَرْضِ عُتُوكًا إِذَا ذَهَبَ وَحْدَهُ Ve yemîn-i fâcireye ikdâm ve cesâret eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَ عَلَى يَمِينِ فَاجِرَةٍ إِذَا أَقْدَمَ Ve bir adama arkuru gelip muʹteriz olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَ عَلَيْهِ بِخَيْرٍ أَوْ شَرٍّ إِذَا اعْتَرَضَ Ve ʹavret zevcine ʹukûk ve ʹisyân eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَتِ الْمَرْأَةُ عَلَى زَوْجِهَا إِذَا نَشَزَتْ وَعَصَتْ Ve عَتْكٌ [ʹatk] gibi yay köhnelikten kızarmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَتِ الْقَوْسُ عَتْكًا وَعُتُوكًا إِذَا احْمَرَّتْ قِدَمًا Ve bir nesne pek ekşimek maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَ اللَّبَنُ وَالنَّبِيذُ إِذَا اشْتَدَّتْ حُمُوضَتُهُ Ve sidik nâkanın uyluklarında kuruyup kalmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَك الْبَوْلُ عَلَى فَخِذِ النَّاقَةِ إِذَا يَبِسَ Ve bir yere yolsuz arkuru katʹ edip varmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَ الْبَلَدَ إِذَا عَسَفَهُ Ve bir yere sapmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكُوا إِلَى مَوْضِعِ كَذَا إِذَا مَالُوا إِلَيْهِ وَعَدَلُواVe bir hatun kavmine ser-gerde olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَتَكَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا شَرُفَتْ وَرَأَسَتْ Mü΄ellif gerçi masdarları tahlît ve ibhâm edip lâkin şârihin temyîzi üzere resm olundu, fe-lâ tagfel.
اَلْعَتْكُ [el-ʹatk] (ʹayn’ın fethi ve tâ’nın sükûnuyla) ve
اَلْعُتُوكُ [el-ʹutûk] (zammeteynle) Bedene bir nesne yapışmak; yukâlu: عَتَكَ بِهِ الطِّيبُ إِذَا لَزِقَ بِهِ ve yukâlu: عَتَكَ الْبَوْلُ عَلَى فَخِذِ النَّاقَةِ إِذَا يَبِسَ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı