fevâḵ ~ فَوَاقٌ

Kamus-ı Muhit - فواق maddesi

فَوْقَ [fevḵ] (fâ’nın fethi ve vâv’ın sükûnuyla) Cihât-ı sitt aksâmındandır, bir nesnenin üstüne denir ki تَحْتَ mukabilidir. İsm ve zarf olur ve her hâlde mebnidir. Kaçan bir kelimeye muzâf olsa muʹreb olur. Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre فَوْقَ kelimesi mekânda ve zamânda ve cismde ve ʹadedde ve rütbe ve menzilette istiʹmâl olunur. Ve birkaç nevʹ üzere müstaʹmel olur; ez-cümle عُلُوٌّ [ʹuluvv] maʹnâsına, nahvu kavluhu taʹâlâ: ﴿قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْأَوْ مِنْ تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ﴾ الآية Ve suʹûd ve hudûr iʹtibârıyla istiʹmâl olunur, nahvu kavlihi taʹâlâ: ﴿فَإِنْ كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ﴾ الآية Ve kiber ve sıgar cihetlerinde istiʹmâl olunur, nahvu kavlihi taʹâlâ: ﴿إِنَّ اللهَ لَا يَسْتَحِي أَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا﴾ الآية، أَشَارَ بِمَا فَوْقَهَا إِلَى الْعَنْكَبُوتِ Ve gahcâ fazîlet-i dünyeviyye vü uhreviyye iʹtibârıyla olur. Ve kahr ve galebe iʹtibârıyla istiʹmâl olunur. İntehâ. Ve kavluhu taʹâlâ: ﴿مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا﴾ أَيْ فِي الصِّغَرِ وَقِيلَ فِي الْكِبَرِ Ve

فَوْقٌ [fevḵ] ve

فَوَاقٌ [fevâḵ] (سَحَابٌ [seḩâb] vezninde) Masdar olurlar, şeref ve fazîlette sâ΄ire gâlib ve ser-bülend olmak maʹnâsına; yukâlu: فَاقَ فُلَانٌ أَصْحَابَهُ يَفُوقُ فَوْقًا وَفَوَاقًا إِذَا عَلَاهُمْ بِالشَّرَفِ Ve okun gezini kırmak maʹnâsınadır; tekûlu: فُقْتُ السَّهْمَ فَوْقًا إِذَا كَسَرْتَ فُوقَهُ Ve okun gezi eğilmek yâ ufanmak maʹnâsınadır, ke-mâ se-yuzkeru.

اَلْفُوَاقُ [el-fuvâḵ] (غُرَابٌ [ġurâb] vezninde) Bir adamı hıçkırık tutmak maʹnâsınadır, miʹdeden rîh mütefevvik olur; yukâlu: فَاقَ الرَّجُلُ فُوَاقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا شَخَصَتِ الرِّيحُ مِنْ صَدْرِهِ Ve

فُوَاقٌ [fuvâḵ] ve

فُؤُوقٌ [fu΄ûḵ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Bedenden cân çıkmak üzere olmak, ʹalâ-kavlin ölmek yâhûd cân vermek maʹnâsınadır; yukâlu: فَاقَ بِنَفْسِهِ فُوَاقًا وَفُؤُوقًا إِذَا كَانَتْ عَلَى الْخُرُوجِ أَوْ مَاتَ أَوْ جَادَ لَهَا Ve nâkanın memesinde فِيقَةٌ [fîḵat] birikmek maʹnâsınadır; yukâlu: فَاقَتِ النَّاقَةُ إِذَا اجْتَمَعَتِ الْفِيقَةُ فِي ضَرْعِهَا Ve

فُوَاقٌ [fuvâḵ] Hıçkırık ʹilletine denir, hâlet-i nezʹde baʹzı muhtezire ʹârız olur. Ve sadrdan yaʹnî miʹdeden bî-ihtiyâr yukarı çıkan rîhe denir ki bu dahi hıçkırık olacaktır, evvelki ʹillettir, sânî ʹârızadır, miʹde müte΄ezzî olduğu nesneden kaçınıp münkabız olmasıyla mûzîyi defʹ için münbasıt olmasından mürekkeb bir hâlettir, baʹzı ihtilâf mehmûz olan فُؤَاقٌ [fu΄âḵ] mâddesinde beyân olundu; yukâlu: أَخَذَهُ الْفُوَاقُ وَهُوَ الَّذِي يَأْخُذُ الْمُحْتَضَرَ عِنْدَ النَّزْعِ وَالرِّيحِ الَّتِي تَشْخَصُ مِنَ الصَّدْرِ Mütercim der ki فُوَاقٌ [fuvâḵ] istîlâ eyledikte iki parmağıyla burnunu tutup soluğunu kabz eyleye, şöyle ki aksırmak kertesine vara, bi-iznihi taʹâlâ mündefiʹ olur. İntehâ. Ve

فُوَاقٌ [fuvâḵ] İki sağımın aralığı olan vakte denir. Meselâ nâkayı bir mikdâr sağdıktan sonra terk ederler, yavrusu bir mikdârca emip ondan sonra yine sağarlar. İşte bu iki sağımın mâ-beynine فُوَاقٌ [fuvâḵ] derler, bunda سَحَابٌ [seḩâb] vezninde dahi câ΄izdir. Ve ʹinde’l-baʹz فُوَاقٌ [fuvâḵ] memeyi sağan kimsenin sağarken elini açıp yumduğunun mâ-beyni olan vaktten ʹibârettir; cemʹiأَفْوِقَةٌ [efviḵat] gelir, أَشْرِبَةٌ [eşribet] vezninde ve آفِقَةٌ [âfiḵat] gelir kalble ve bu آدُرٌ [âdur] kabîlindendir ki maklûbdur; yukâlu: مَا أَقَامَ عِنْدَهُ إِلَّا فُوَاقَ نَاقَةٍ أَيْ مَا بَيْنَ الْحَلْبَتَيْنِ مِنَ الْوَقْتِ أَوْ مَا بَيْنَ فَتْحِ يَدِ الْحَالِبِ وَقَبْضِهَا عَلَى الضَّرْعِ Ve endâmı selgi ve muztarib olan uzun adama denir, ke-mâ se-yuzkeru.

Vankulu Lugatı - فواق maddesi

اَلْفُوَاقُ [el-fuvâḵ] (fâ’nın zammı ile) Göğüste yel peydâ olmak; yukâlu: فَاقَ الرَّجُلُ فُوَاقًا إِذَا شَخَصَتِ الرِّيحُ مِنْ صَدْرِهِ Ve

فُوَاقٌ [fuvâḵ] Inçkırmağa dahi derler, hâlet-i nezʹde ʹârız olur. Ve

فُوَاقٌ [fuvâḵ] İki sağının mâ-beynine dahi derler. Ve feth-i fâ dahi lügattır. Zîrâ davarı evvelâ sağarlar, baʹdehu veledin salıverirler sütin koyuversin diye, baʹdehu cüz΄î sâʹat geçmeden yine sağarlar; yukâlu: مَا أَقَامَ عِنْدَهُ إِلَّا فُوَاقًا أَيْ سَاعَةً قَلِيلَةً Ve fi’l-hadîsi: “اَلْعِبَادَةُ قَدْرُ فُوَاقِ نَاقَةٍ” Ve

فُوَاقٌ [fuvâḵ] İfâkate ve râhata dahi derler. Kavluhu taʹâlâ: ﴿مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ﴾ (ص، 15) أَيْ مِنْ نَظْرَةٍ وَرَاحَةٍ وَإِفَاقَةٍ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı