اَلأَزَبُّ [el-ezebb] (fethateynle ve bâ’nın teşdîdiyle) Kılları gür olan kişiye denir; yukâlu: رَجُلٌ أَزَبُّ أَيْ كَثِيرُ الشَّعْرِ Ve çehresi ve çenesi altı pek tüylü olan deveye denir. Ve ucuzluk ve bolluk yıla ıtlâk olunur ki yağmurlu olmakla ekinler ve çayırlar ve çemenler firâvân olur; yukâlu: عَامٌ أَزَبُّ أَيْ مُخْصِبٌ Ve
أَزَبُّ [Ezebb] Esmâ-yı şeyâtîndendir; ve minhu hadîsu ʹAbdillâh b. ez-Zubeyr radıyallâhu ʹanhumâ muḣtasaran: “أَنَّهُ وَجَدَ رَجُلاً طُولُهُ شِبْرَانِ فَأَخَذَ السَّوْطَ فَأَتَاهُ فَقَالَ مَنْ أَنْتَ فَقَالَ أَزَبُّ قَالَ وَمَا أَزَبُّ قَالَ رَجُلٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَلَبَ السَّوْطَ فَوَضَعَهُ فِي رَأْسِ أَزَبَّ حَتَّى بَاصَ” Ve fî hadîsi’l-ʹAḵabe: “هُوَ شَيْطَانٌ اِسْمُهُ أَزَبُّ الْعَقَبَةِ” Yaʹnî ʹAbdullâh b. ez-Zubeyr hazretleri bir gece bâdiyede yalnız kalıp zarûrî bir mahalde ârâm ve tek ü tenhâ hâba varıp uyandıktan sonra râhilesinin pâlânı üzerinde gördü ki kaddi iki karış mikdârında bir kimse durur. Hemân tâziyânesini alıp yanına geldi ve sen kimsin diye su΄âl eyledikte “Bana Ezebb derler” diye cevâb eyledi. Pes ʹAbdullâh, “Ezebb kimdir?“ diye su΄âl eyledikte cinn tâ΄ifesinden olduğunu ifâde eylemekle ʹAbdullâh tâziyânesini çevirip mezbûrun başına vazʹ eyledikte hurdeliğinden nâşî altında müstetir ve muhtefî oldu. Ve beyʹatu’l-ʹAḵabe hadîsinde أَزَبُّ الْعَقَبَةِ [Ezebbu’l-ʹaḵabet] bir şeytânın ismi olmak üzere vâriddir. Ve Nihâye’de ʹAbdullâh’ın tesâdüf eylediği şahs-ı merkûm ʹazîmü’l-lihye olmak üzere mersûm olmakla zâhiren vech-i tesmiyesi budur ve hadîs-i sânîde “هُوَ شَيْطَانٌ اِسْمُهُ أَزَبُّ الْعَقَبَةِ وَهُوَ الْحَيَّةُ” ʹibâretiyle mübeyyendir.
اَلْأَزَبُّ [el-ezebb] (hemzenin ve zâ’nın fethiyle) Kılları çok olan ve kılları çok olup ürkek olan deveye dahi ıtlâk olunur; yukâlu: بَعِيرٌ أَزَبُّ ki kılları çok olan deve ürküp kaçmadan hâlî olmaz, zîrâ kaşları üzere biten kılları rüzgâr deprettikçe ürker. Ve
أَزَبُّ [ezebb] diye otu çok olan dağa derler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı